Yeni sezonda Türkiye'de Moda
Moda la Turca'da!

Blogspot iki saniye içinde yönlendirilecektir. Moda la Turca'ya geçemiyorsanız burayı tıklayın:
http://modalaturca.wordpress.com
ve favorilerinizi güncellemeyi unutmayın!.

Türkiye'de Moda:

Kimlik, Kültür ve Sınıfsal Temsiller

  • Neden bu blog?

    İsmiyle oldukça kapsamlı bir içerik vaadeden bu blog, aslında daha çok Türkiye'deki modaya (özellikle "haute couture", türkçesi "yüksek terzilik" olan ve Simmel'e göre önce elitlere ve bir süre sonra toplumun bütününe hitap eden olguya) dair bugüne dek yapılmış kaynakların bir derlemesini yapmak üzere düşünüldü. Sosyoloji okumaya ilk başladığım yıllardan beri, modayla pek alakam olmasa da ("fashionably sensitive but too cool to care" sloganını benimsemişimdir hep") gerçekleştirmek istediğim bir projenin altyapısı olma amacı taşıyor; Fransa'da bile henüz kolay kabul edilmeyen "moda sosyolojisi" kavramını bir nebze olsun Türkiye'ye aşılamayı hedefliyor. Ve bu arada, belki Türkiye'deki modayla ilgilenen kişiler için de kaynaklara kolay ulaşmak için bir araç olur. Günün birinde iyi bir analiz yapmam dileğiyle... Olur da ulaşmak isterseniz: damla.bayraktar@gmail.com

Yakın zamana, yani İstanbul Modern’deki Hüseyin Çağlayan sergisine gidene kadar onunla ilgili sadece üç şey biliyordum. İsmini ilk kez, 2000 yılında sahnelediği ve o zamanlar ismini bilmediğim “Afterwords” projesiyle tanımış ve masa-etekle özdeşleştirmiştim. Daha sonra 2005 yılındaki 51. Venedik Bienali’nde Türkiye’yi temsil etmesi ve bu sayede medyada adının çokça duyulması sayesinde Hüseyin Çağlayan’la bir kez daha tanışma fırsatı buldum. Son karşılaşmamızsa Vogue’un Türkiye çıkarması sırasındaki tanıtım reklamlarında “Bence Vöög…” diye başlayan cümleleriyle olmuştu. Tahminen Türkiye’de pek çok kişi de Vogue reklamları sonrası Çağlayan’ı daha bir tanımaya başladı (reklamın iyisi kötüsü yoktur).

İstanbul Modern’deki sergisi sonrası Hüseyin Çağlayan’a çok farklı bir gözle bakmaya başladım. Çağlayan sadece bir uluslararası arenada çok takdir gören bir modacı değil, aynı zamanda bence çağımızın en başarılı eleştirel sanatçı ve düşünürlerinden biri (tabi uluslararası arenada bu kadar takdir görmesinin nedeni de bu sanatçı kimliği). Hüseyin Çağlayan çalışmalarında mimari, teknoloji ve müzik öğelerini moda ve giysilerle harmanlayarak sürekli taşınabilir hale getiriyor. Ben de bu yazımda Çağlayan’ın moda tasarımlarını değil, özellikle sanat projelerini ulusaşırılık, göç ve melezlenme kavramı üzerinden ele almaya çalışacağım. Yani başından uyarıyorum: biraz sıkıcı bir yazı olabilir, o yüzden yazının hepsini okumadan özetini almak istiyorsanız parantez içinde italikle yazılı son cümleyi okuyabilirsiniz.

Ambimorphous - 2002 Sonbahar/Kış


Kıbrıs Türkü olan ama yıllardır İngiltere’de yaşayan Hüseyin Çağlayan’ın (Hussein Chalayan) pek çok çalışmasında çok kültürlülük ve bununla birlikte kimlik melezlenmesi (hybridity) ön plana çıkıyor. Biyolojiden türeyen melezlenme kavramı, küreselleşmenin aslında kültürleri tekdüze hale getirmediğini, aksine melez yeni kültürler doğurduğunu savunuyor. 2002 Sonbahar/Kış koleksiyonu olan “Ambimorphous”ta bu melezlik giysilere yansıyor, etnik kültür öğeleri desenler aşama aşama modern giysilere doğru evriliyor; ancak kaybolmuyor ve hatta defilenin sonunda geri geliyor. Bu sayede belki de “modern”/küresel olarak tanımlananın geleneksel/yerelden çok da farklı olmadığını, bu ikisinin aslında birbirinin parçaları olduğunu göstermiş oluyor.

Buna karşılık Hüseyin Çağlayan modayı sadece tasarım üzerinden bir temsiliyet aracı olarak tanımlamıyor. Bu sayede Türkiye sınırlarını aşıp uluslararası platformda tanınırlık kazanmış Türk modacılarına meydan okumanın yanı sıra genel moda camiasına da yeni bir bakış kazandırıyor. Çağlayan, farklı sanat projelerinde giysileri birer özel mülkiyet nesnesi, arkeolojik tılsım veya kimlik unsuru (DNA) olarak temsil ediyor. Sanatçı, kişileri ve giysilerini Kıbrıs-Londra-İstanbul üçgeninde hareketlilik çerçevesinde ele alıyor ve kurguladığı farklı ve sıra dışı dünyalarda farklı kimliklerin karşılaşma anını, çatışmasını ve melezlenmesini test ediyor.

Afterwords - 2000


Bu açıdan Hüseyin Çağlayan’ın belki de en etkileyici ve aynı zamanda en çok tanınan çalışması olan “Afterwords”den (Sözlerden sonra) bahsetmek lazım. Afterwords, Çağlayan’ın sitesinde şu şekilde tanımlanıyor: “Afterwords savaş zamanı ülkenizi terk etme korkusundan ilham aldı. Çağlayan, 1974 sonrası etnik temizlemeye maruz kalan Kıbrıs Türklerini düşünerek hazırladı bu çalışmasını. Sahip olduklarımızı saklamak ve onları gidiş sırasında taşımaktan yola çıkarak bir oturma odası tasarlandı; bu odada giysiler sandalye kılıfı, çantalar sandalye ve odadaki her nesne kendisini saklayacak ceplere sığacak şeklide tasarlandı”. Meşhur masa-etek’i de kapsayan bu kreasyonda sanatçı giysileri taşınabilir özel mülkiyetler olarak tasarlıyor; bu sayede çeşitli politik koşullardan dolayı göç etmek durumunda kalan kişiler, kimlik ve kültür unsuru olan bu eşyaları kendileriyle birlikte taşıyabiliyor. Burada giysiler, örtünmek, korunmak gibi asıl varlık amaçlarının ötesine geçip birer taşıma aracı işlevi görüyor; aynı zamanda vücudumuzun üzerinde taşıdığımız kumaş parçasının ötesinde kültürümüz haline geliyor.

Absent Presence - 2005



Çağlayan’ın bir diğer etkileyici çalışması da 51. Venedik festivalinde Türkiye’yi temsil ettiği “Absent Presence” (Eksik varlık). Bu filmde sanatçı terörizm paranoyasından yola çıkarak İngiliz Hükümeti’nin göçmen ve sığınmacı politikalarına eğiliyor ve göçmenler adaptasyon meselesini ele alıyor. Filmde İngiliz olmayan anonim kadınların giysilerini bir biyologa bağışlaması isteniyor. DNA’ları biyolog tarafından incelendikten sonra Londra’nın ses alanları ve haritası çıkartılıyor, her bir bireyin verdiği tepkiler giysiler yoluyla ölçülüyor. Filmin sonunda biyolog genlerin dünyadaki hareketliliğinin yoğunluğu dolayısıyla karakterlerin kim olduğunu aslında hiçbir zaman anlayamayacağını fark ediyor ve bu bilme ihtiyacından arınmak için vücudunu yıkıyor. Afterwords’de dışsal objeleri temsil eden giysiler Absent Presence’ta içsel olanı veya bir diğer şekliyle DNA’mızı ve kimliğimizi içeriyor. Bu çalışmaya göre giysiler sayesinde bizim aslında kim olduğumuz, nelere nasıl yanıt verebildiğimiz takip edilebiliyor; bu da tasarımları dolayısıyla belli kültürel formlara uygun olmaları dolayısıyla değil biyolojik yapımızın bir parçası oldukları için mümkün hale geliyor. Post kolonyal teoride özellikle Homi Bhabha’nın ele aldığı şekliyle melezlenme bir kez daha karşımıza çıkmış oluyor. Kendini otoriter olarak gören ve bu yüzden “ötekilerin” (bu hikayede İngiliz olmayan kadınlar) kültürünün kendi kültürlerine uyum sağlayıp asimile olacağına inanan kolonyal güçlerin (İngiltere) korkuları bu filmde ortaya çıkıyor. Biyologun filmin sonunda kendi fikirlerinden arınmaya çalışması da aslında bu kadar hareketli ve küreselleşen bir dünyada hiçbir kimliğin saf olmaması, hiçbirinde aslında bir “öz” bulunamayacak olmasından kaynaklanıyor. Çünkü hepimiz birer meleziz.

Temporal Meditations - 2003


Örnek vereceğim diğer iki çalışma Çağlayan’ın özellikle üzerinde durduğu yolculuk olgusunu anlatıyor. Temporal meditations’da (Süresel meditasyonlar) havalaalanında karpuz yerken rakı içen, çay tepsisi içinde tavla oynayanları görüyoruz. Sanatçı geçmiş ve geleceği tarihi göç yolları üzerinden anlatıyor; filmdeki giysiler arkeolojik tılsımlar olarak tanımlanıyor. Place to Passage’da ise teknolojik bir teknenin içinde seyahat eden yalnız bir kadından bahsediliyor; bu film de özellikle yer değiştirmenin yalnızlığını ele alıyor.

Bu yazımda Hüseyin Çağlayan’ın çalışmalarının sadece bir bölümünden ve oldukça yüzeysel olarak bahsedebildim. Bence hem benim ele aldığım ulusaşırılık ve melezlenme açısından hem de teknoloji, zamansallık ve müzikalite açısından (ve tabi ki moda tasarımları açısından da) Çağlayan hakkında pek çok araştırma yapılması gerekiyor. Bu sayede belki küreselleşmeyi anlamanın yanı sıra geçmişten beri pek çok göçe maruz kalmış Türk toplumunun da batıyla karşılaşmasını, çatışmaları, korkuları, kenetlenmeleri ve melezlenmelerini iki taraflı olarak daha iyi anlayabiliriz.

(Özetle: Hüseyin Çağlayan rulez!)

Bu yılki İstanbul Fashion Week 2010 Yaz etkinliği İTÜ Taşkışla’nın eski ve ihtişamlı binasında 25-28 Ağustos tarihleri arasında oldu ve bu yıl İstanbul’da yapılan her etkinlikte olduğu gibi IFW 2010 da İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti’nin kapsamına alındı. 2005 yılında ilk kez düzenlenen İstanbul Moda Haftası, iki yıldır yılda iki kez ağustos ve şubat aylarında dört günlük bir maratonu kapsıyor. Şubat ayındaki IFW öncesi CNN’e röportaj veren İstanbul Hazırgiyim ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği Başkanı’nın da belirttiği gibi “Türkiye’nin de bir moda kültürü olduğunu sağlamak” ve bunu uluslar arası platforma taşımak amacını taşıyor.

Bu organizasyonu düzenleyen İstanbul Tekstil ve Konfeksiyon İhracatçıları Birlikleri’nin yanı sıra Dış Ticaret Müsteşarlığı, Moda Tasarımcıları Derneği ve İstanbul Moda Akademisi de iş birlikçileri olarak destek verdi; Atıl Kutoğlu, Arzu Kaprol ve Bahar Korçan gibi isimleriyle uzun yıllardır Türkiye’de modayı şekillendiren isimlerin yanı sıra “genç yetenekler” olarak görülen isimler ve birkaç markaya da defilelerde yer verildi.

İşin ciddi kısmını anlattıktan sonra IFW 2010’la ilgili bir yabancının gözlemlerine geçelim…

İstanbul'da moda haftası yapıldığının farkında olmayanların dünyasından epey bir süredir bu hafta için çalışanların dünyasına Vogue’un dağıttığı online davetiyeler sayesinde ben de girme imkanı buldum. İTÜ’nün kapısından içeri girerken etrafımdaki koruma ordusu ve modaya gönül verenlere bu başka dünyaya barış için geldiğimi söyledim. Akademisyen kimliğimi korumaya çalışırken, üzerimdeki hiç de stylish olmayan giysilerle (girdiğim iki günde de tasarımlı aksesuarlarım sadece kendi tasarladığım telkarilerdi), belki birazcık da ortama ayıp ederek, Türk moda dünyasının belli bir ortamının bir araya geldiği avluda kendime yer bulmaya çalıştım. Benim gibi ilk kez gidenler için not: dikkat çekmemek istiyorsanız, daha doğrusu iyi anlamda dikkat çekmek istiyorsanız son dönem modasını takip edip, bunların arasından kendinize uyanları seçip en az birkaç parçayı taşımak şart.

Peki IFW’ye kimler katıldı? Zira İstanbul Moda Haftası halka açık değil ve içeri girmek için davetiye şart; benim gibi Vogue’da şansını arayanlar dışında içeriye girebilenler bir şekilde moda dünyasıyla ilişkili kişilerdi. Anladığım kadarıyla başta moda hiyerarşisinin en üst noktasında yer alan modacılar ve moda dergisi editörleri bulunuyordu; onlardan sonra backstage’e girebilenler (insanın tuvalette kendini hobbit zannetmesine neden olan) mankenler, stylistler, makyözler; tahminen hazırgiyim, tekstil ve konfeksiyon alanında meslek sahipleri (ki bu insanları fark edemedim ben), bu işi profesyonel olarak yapan fotoğrafçılar, yine moda dergisi çalışanları, organizatörler, markalar ve markalarda çalışanlarla en son da genel basın ve bloggerlar yer alıyordu (gözlemlerim eksik kalabilir, bana bu konuda mail atıp destek verecek olanlara şimdiden teşekkürler).

Simay Bülbül defilesinden - 26.08.2010

Moda endüstrisinin kendi bünyesinde kurulan piramit dışında moda fotoğrafçısı arkadaşımdan öğrendiğim modanın özüne dair bir hiyerarşi daha vardı; bunu da “tarz hiyerarşisi/style hierarchy” olarak adlandırabiliriz. Onun dört basamaklı hiyerarşisi aslında Bourdieu’nün habitus kavramıyla da oldukça ilişkili. Bourdieu, habitus kavramıyla zihnin belli algı şemalarına, duyarlılıklara, eğilimlere ve zevklere maruz kaldığını söyler. Bunlar bizim çocukluğumuzdan beri sosyal yapılar dolayısıyla içinde yaşadığımız kavramlardır ve onları kişisel öznelliğimizle birleştirmemiz sonucunda kimliğimiz oluşur. Tarz hiyerarşisi basamaklarında yükselmek için de belli bir sosyal/kültürel ve tabi ki ekonomik sermayeye sahip olmak ve bunu bir şekilde kendi içinde sindirmiş olmak gerekiyor. Bu açıdan IFW’de de trendsetter (trend belirleyici) olarak adlandırılanlar hiyerarşinin en tepesinde yer alıyordu, biraz uçuk kaçık giyinen bu grup ileride moda olacak tarzları da önceden yakalayabildikleri için herkesin dikkatini çekiyordu. Bu gruptan sonra ikinci sırada gündelik hayatında belli bir stil sahibi olup o giysilerini kullanan casual stylishler (gündelik, tarzı olanlar) vardı. Bundan sonraki iki basamak birbirinin zıddı iki gruptan oluşuyor: modaya uygun giyinmeye çalışmayıp casual (gündelik) giyinenler ve çok moda giyinmeye çalışıp üstüne oturtamayan parvenu (veya bizim anladığımız anlamda sonradan görme) yani yeni gelenler.

Bu grupların oluşmasında ekonomik sermaye tek önemli faktör değil. Örneğin parvenu'ler üzerlerinde taşıdıkları giysiler için epey bir para dökmüş olabilir ama başlı başına kendi dünyası olan modanın içine kendilerini ve giysilerini oturtamadıkları sürece yeni gelenler olarak kalmaya devam edecekler. Buna karşılık para yine de önemli bir faktör. Zira kabul görebilmek için önceki sezonun indirime girmiş giysilerini kullanmak mümkün değil (ancak vintage olduklarında eskiler kullanılabiyor); ya el yakan paralar vererek yeni birşeyler almak gerekiyor veya ortamdaki kimsede olmayacağından emin olduğunuz giysi ve aksesuarları -büyük ihtimalle yurtdışından- edinmek gerekiyor. Trendsetter olabilmekse herkese nasip olacak bir durum değil çünkü hem popüler hem de alternatif kültüre hakim olmak hatta onun içine bir süredir dahil olmak ve bu dünyanın içinde tanınır olmak lazım.

İstanbul Moda Haftası’yla ilgili dikkat ettiğim bir diğer nokta, henüz çok yeni olmasının etkilerini üzerinde taşımasıydı. Evet, belki bugüne kadar herhangi bir moda haftasına katılmış olmayabilirim ama stilist annemin zamanında Düseldorf Fuarlarına dair anlattıklarını ben IFW 2010’da hissedemedim; defilelere katılım konusunda çok fazla heyecan yoktu, Türk modasının “baba/anne” isimlerinin daha fazla yer alacağını düşünüyordum ama sınırlı kalmıştı, on dakika süren defileler arası iki saatlik uzun bekleyişler vardı, defileler sonrasında internetteki yorumlar çoğunlukla olumlu değildi ve standlarda modacılardansa markalar yer alıyordu.

Moda Haftası, “Türkiye gibi bir tekstil ülkesi” için aslında çok önemli bir yer teşkil ediyor ama hem organizasyon hem de PR konularında henüz bebek adımları atılıyor; uluslar arası platformda tanınırlık kazanılması istenen IFW, henüz hedeflemesi gereken orta-üst sınıflar tarafından bile gerektiği gibi tanınmıyor. Aslında bu açıdan bakıldığında PR’cılar için kilit nokta olan genel basınla ne kadar ilgilenildiği tartışılabilir. Ayrıca geçen şubatta Meg Ryan’ı çağırarak etkinliği daha popülarize etmeye çalışan organizasyonun Türkiye içinde tanınmış ünlü kişileri defilelerin ön sıralarına yerleştirmesi daha anlamlı görünüyor.

Ama bu ukala ve belki de bir kısmı haksız eleştirilerime karşılık, bu dünyaya yabancı bile olsam IFW’nin Türk modası endüstrisinin gelişiminde çok önemli bir rolü olduğunu açıkça görebildim. Defilelerden birini beklerken tanışma fırsatı bulduğum Avustralyalı profesyonel makyöz/bodypainter olan Georgina de bu fikrimi destekleyen sözler söyledi. Dört yıldır şans eseri İstanbul’da yaşayan Georgina, bu son dört yılda pek çok aşama kat edildiğini düşünüyor ve en azından bu meseleyle ilgilenen çevrelerde tekstil anlayışından moda anlayışına doğru bir geçiş olduğunu anlatıyor. “Genç tasarımcılar” diye adlandırılan kesime daha çok önem verilmesi ve internet sayesinde modanın kitlelere ulaşmasını sağlayan bloggerların bu tarz etkinliklere davet edilmesi de bence bunların birer sonucu.

Altı aydan fazla bir süredir devam ettirdiğim bu blogda Türkiye’de modaya dair en çok göze çarpan konu da böyle bir değişimin gerçekleşiyor olması. Bu yazımı bitirirken, araştırmamın bundan sonraki gidişatını da buradan çıkan bir soruyla ortaya koymak istiyorum. Geçmişten beri dikiş nakışa fazlasıyla ilgili olan, Osmanlı’dan beri kadınların gündelik ve profesyonel hayata katılmasında başlıca rolü olan ama geri planda kalan, 1990'larda ülkenin tekstil patlaması yaşamasıyla birlikte tekrar keşfedilen moda (altını çiziyorum tekstil değil, moda) nasıl oldu da bu son yıllarda birden daha fazla önem kazandı ve uluslar arası açıdan moda merkezi olmak gibi bir iddia ortaya çıktı? Bundan sonraki postlarımda özellikle bu soruyu cevaplamak için çalışacağım.

Türkiye'de moda eğitimi

Posted by little drop of poison On

Olgunlaşma Enstitüleri ve biçki dikiş kurslarıyla başlayan Türkiye'nin moda serüveni bugün sayıları gün geçtikçe artan özel moda akademileri ve okullarının da ortaya çıkışıyla belli bir noktaya gelmiş gibi görünüyor. Bu yazımızda moda ve tekstil konusunda eğitimli kişilere olan talep ve bu kişilerin iş piyasasında istediklerini bulup bulmamaları meselesini kenara koyarak, moda eğitimi veren eğitim kurumlarından bahsedeceğiz.

Gün geçtikçe artan sayılarıyla "genç Türk modacıları jenerasyonu" ve gerek ülke içinde gerek yurtdışında başarılı ve takdir gören çalışmalara imza atıyor. Bu yeni kuşak modacıların ayakları yere sağlam basar şekilde ortaya çıkmasında bilginin hızlı yayılmasını sağlayan internet ve sosyal medyanın rolü tartışılmaz; ancak farklı kurumlarda edindikleri eğitimler de onların arkasındaki başlıca dayanak olarak yerlerini alıyor. Moda dünyasına giren herkes kendi tasarımlarını podyumlarda görmek açısından aynı şanslara sahip değil. Ama elit yaşam biçimiyle ilişkilendirilen bu olgunun haute couture'den hazır giyime farklı alanlarında yer almak için her yıl binlerce genç farklı aşamalardaki eğitim kurumlarının kapısını çalıyor.
Genel başlık olan "Moda"yı alt başlıklarına indirgediğimiz zaman farklı meslek kolları ortaya çıkıyor. Bunlar arasında Moda Tasarım Teknisyenliği, Modelistlik, Desinatörlük, Grafikerlik, Stilistlik, Tekstil Tasarım Teknisyenliği gibi başlıklar var. Modaya dair eğitimin alınabileceği ilk eğitim kurumu olan liseler; yani Kız meslek, meslek liseleri, Anadolu meslek ve Anadolu kız meslek liseleri bu yolda geçilen ilk etap. Liselerde moda ve tekstile dair verilen eğitimler (modelistlik, makinecilik, terzilik gibi) özellikle pratik bilgilere dayanıyor.
Meslek liselerinden sonra, lise veya meslek lisesi eğitimini bitirmiş öğrencilerin gidebileceği eğitim kurumu da tabi ki Kız Teknik Öğretim Olgunlaşma Enstitüleri. İlk kez 1945 yılında açılan ve 11 ilde 12 enstitü ile çalışan Olgunlaşma Enstitüleri Cumhuriyet'in ilk yıllarından beri First Lady'leri ve protokoldeki önemli kişilerin eşlerini giydirmesiyle nam saldı. Öğrencilerin "Türk giyim ve el sanatları konusunda bilgi ve becerilerini geliştirmelerine imkan sağlama" amacıyla kurulan enstitüler Yümniye Akbulut'un "Şıklığın Resmi Tarihi" kitabında anlattığı gibi Türkiye'de modanın bir dönemini etkiledi, düzenlediği defilelerle pek çok kadının konuştuğu konulardan biri, sadece ülke içinde değil aynı zamanda yurtdışında da tanınır hale geldi.
Günümüzde Olgunlaştırma Enstitüleri dışında meslek yüksekokulları ve üniversiteler de moda ve tekstil alanında açtıkları bölümlerle bu alanda ilerlemek isteyenlere imkan sağlıyor. Meslek liselerinin "Tekstil konfeksiyon" bölümünden mezun olanlar bu alanlardaki meslek yüksekokullarına sınavsız devam edebiliyor. Yüksekokullarda eğitim bir tekstil ülkesi olan Türkiye'nin bu alandaki eleman ihtiyacını karşılayacak şekilde, özellikle konfeksiyon ve hazır giyim alanında eğitimlerini yoğunlaştırıyor; ancak bu durum haute couture alanında çalışmaların eksik kaldığı anlamına gelmiyor.

Ege Üniversitesi Bergama Meslek Yüksekokulu öğrencilerinin çalışmalarından



Ege Üniversitesi Bergama Meslek Yüksekokulu 13 programından biri olan Tekstil Programı Öğretim Görevlisi Gülseren Özel, öğrencilerin özellikle konfeksiyon alanında yönlendirildiğini ve haute couture hakkında teorik bilgiler verildiğini belirtiyor; üniversitelerin güzel sanatlar bölümlerine girmek isteyen öğrencilerse tasarım ve temel sanat eğitimleri alabiliyor, ancak öğrenciler çoğunlukla tekstil firmalarında teknik eleman olarak çalışıyor. Geleneksel giyimin güncel tasarımlarda yer alması gerektiğini düşünen Gülseren Özel, bu alanda akademik çalışmalar gerçekleştirdiğini (Kültür Bakanlığı İzni ile Bergama Müzesi Etnografya Bölümünde Geleneksel Giysilerin İncelenmesi ve Bindallı araştırmaları gibi) ve öğrencilerine günümüz modasının geleneksel giyimle bağlantısını harmanlayarak verdiğini anlatıyor.
Moda alanında kariyer yapmak isteyen ve ÖSS'de başarılı olanlar farklı üniversitelerdeki Tekstil ve Moda Tasarımı bölümünde eğitim alarak bir üst seviyeye geçebiliyor. Bu üniversiteler arasında Marmara, Mimar Sinan, İzmir 9 Eylül, Yeditepe, Akdeniz, Çanakkale 18 Mart, İTÜ, Kahramanmaraş Sütçü İmam, Mersin, Süleyman Demirel, Yüzüncü Yıl, Atılım, Beykent, Haliç, İstanbul Ticaret, Okan, Işık ve İzmir Ekonomi Üniversitesi bulunuyor.
İzmir Ekonomi Üniversitesi Moda Tasarımı Bölümü Başkanı Yard. Doç. Dr. Şölen Kipöz, bölümün "sektörü yenilemeyi ve tasarım anlayışı ile ilgili bazı şeyleri değiştirmeyi hedefleyerek" yola çıktığını ancak "çevresel koşullar ve özellikle Türkiye'de modanın dönen çarkının işleyişi ile ilgili sapmalar ve 2006 krisi sonrası" beklediği hedefleri henüz yakalayamadığını söylüyor. Ancak iki yıldır mezunların geri dönüşleri ve kamuoyuna yansıyan imajlarının hedefe yaklaşıldığını gösterdiğini belirtiyor. Kipöz Moda Tasarımı Bölümü'nde verilen eğitimi şu şekilde tanımlıyor: "Moda tasarımı eğitimi farklı pazar düzeyleri ve farklı sektörleri içine alıyor. Öğrenciler hazır giyim endüstrisinde uygulanan teknolojik gelişmeler kadar, el becerilerini geliştirebilecekleri yüksek terzilik deneyimini yaşıyorlar. Özellikle İzmir odaklı bir endüstri olan Gelinlik ve Abiye sektörüne yönelik gelişitirlen projelerle haute couture deneyimi geliştiriliyor. Mezuniyet koleksiyonlarında ise öğrenci hangi sektöre yönelik çalışacağı konusunda tamamen serbest bırakılıyor."


İzmir Ekonomi Üniversitesi Moda Tasarımı Bölümü 2009 Mezuniyet Kataloğu'ndan Canseli Özhelvacı'nın "Hücre Yapı" çalışması


Bir dönem Moda Sosyolojisi alanında da eğitim veren kurum, bu dersi Moda Teorisi olarak değiştirmiş ve Bologna süreciyle birlikte bu yıl Moda Kritiği ve Tasarım Anlatıları diye iki ders eklemiş. Moda Teorisi dersiyle öğrencilerin kavramsal metinler üzerinden sosyal psikoloji, felsefe, tarih, popüler kültür, kültürel çalışmalar, tüketim ve semiyoloji konularına yönelik eleştirel bir bakış açısı geliştirmesi, modanın temel kavramları, moda akımları ve moda sosyal deneyimi, popüler kültür ikonları gibi konularda bilgi edinmesini hedefliyor (bu dersi blog sahibinin de alması çok mantıklı görünüyor). Kipöz, üniversiteden mezun olan öğrencilerin moda evleri, hazır giyim endüstrisinin farklı birimlerinde ar-ge bölümlerinde, kendi tasarım markalarıyla veya tasarım markalarının pazarlama, iletişim gibi çeşitli alanlarında, veya yurtdışı eğitimi sonrası yabancı tasarım ofislerinde çalışabildiğini belirtiyor.
Bu bahsettiğimiz eğitim kurumları dışında Avrupa Birliği, Dış Ticaret Müsteşarlığı ve İstanbul Tekstil ve Konfeksiyon İhracatçı Birlikleri (İTKİB) tarafından finanse edilen İstanbul Moda Akademisi, Kariyer Eğitim Kurumları, La Salle Akademy gibi özel kurumlar da verdikleri eğitim programlarıyla moda ve tekstil konusuna ilgili pek çok kişiye bu konuda eğitim sağlıyor ve Türkiye'de moda kültürünün gelişmesine aracılık ediyor.

"Türk giyim kuşam adetleri yüzyıllar boyunca Orta Asya’dan Anadolu’ya taşınmış zengin bir çeşitliliğe sahiptir. Göçebe yaşam şartlarına uygun rahat ve sıcak tutan pantolon ve önden kuşakla kapatılan kaftanlar ve aksesuarları o dönemlerden Osmanlı giyim-kuşamına kadar taşınmıştır.
"Askeri ve devlet töreni giysilerinin dışında, Osmanlı sarayında ve halk tarafından önem verilerek giyilen evlilik töreni geleneksel giysileri, görsel ve folklorik açıdan hazine niteliğindedir. 19. yüzyılın ortalarında, özellikle geleneksel gelin kıyafetlerinin kumaş, desen ve formlarında başlayan değişim saray çevresinden halka doğru yayılmıştır. Bindallı, bu değişim sürecinin içinde oluşmuş bir geleneksel Türk giysisidir. Günümüze kadar daha çok gelinlik olarak giyilmiş, ağırlıklı kadife kumaştan, sim sarma işleme tekniğiyle süslenmiş olan bindallılar, çok değişik formlarda karşımıza çıkar. Üç etek, iki etek, tek parça elbise, şalvarlı takım formları, salta adı verilen kısa yada dize kadar uzanan bir ceketle giyilebilmektedir. İşlemelerinde düzenli, düzensiz çiçek demetlerinin, fiyonk ve kıvrımlı dal motiflerinin kullanılması bindallı olarak tanımlanmalarında önemli bir faktör olmuştur.
"Bildiride amaçlanan, Bergama yöresinde gelinlik olarak kullanılmış olan Bindallı giysisinin, Türk kültürü ve geleneği içindeki yerini saptamaktır. Örnekler, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın 21/03/2008 tarih ve B.16.1.DÖS.0.05.00.00/3288 sayılı izni ile Bergama Arkeoloji Müzesi’nde devam etmekte olan araştırmadan alınmıştır."

"Bergama Müzesi'nde bulunan bindallı (harbalı) geleneksel giysilerin Türk kültürü içinde değerlendirmesi", Öğr. Gör. Gülseren Özel (Ege Üniversitesi, Bergama MYO, Tekstil Teknolojisi Programı), Öğr. Gör. Neslihan Yaşar (Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, Tekstil ve Moda Tasarımı Bölümü)

"Günlük manken geldi": Burcu Esmersoy Vogue.com'da

Posted by little drop of poison On

Vogue Türkiye mayıs ayı itibariyle ülkelerdeki Vogue'larda da uygulanan "Bugün ne giydim" projesini internet sitesine taşıyor ve manken olarak da NTV spor sunucusu Burcu Esmersoy'u seçmiş. Televizyonun (özellikle erkekler tarafından) sevilen yüzü ve aynı zamanda 1997 "Miss International" dostluk güzeli olan Esmersoy'un bir ay boyunca nasıl giyineceği bir yana, moda-medya kucaklaşması açısından bu projenin etkili olacağı aşikar.
Peki Türkiye'deki diğer televizyonlara ve basın araçlarına göre genel kültürü popüler kültüre daha ağır basan bir yayın organında (yani NTV'de) sunuculuk yapan Esmersoy'un görünürlüğünü nasıl ele almak gerekir? NTV'deki modanın görünürlük biçimiyle Vogue'un imajı bir arada nasıl bir kombinasyon yaratır?
"Yüksek Moda ve Pop Moda: Modanın Le Monde ve The Guardian'da sembolik üretimi" (High Fashion and Pop Fashion: The Symbolic Production of Fashion in Le Monde and The Guardian") makalesinin yazarı Agnès Rocamora benzer bir soruyu ele aldığı çalışmasında Le Monde ve The Guardian'da yayınlanan moda yazılarının farklı olduğunu ortaya koymuş. Bourdieu'nün "kültürel objelerin somut ürünler olmasının yanı sıra sembolik, yani belli bir inanca dair değerleri olan ürünleri de olduğu" argümanından yola çıkan yazar bu iki gazetenin modaya dair inanç sistemlerin farklı olmasının söylemlerinden anlaşılabileceği görüşünde. Daha basitleştirmek gerekirse, The Guardian'da moda bir popüler kültür aracı olarak algılanırken, Le Monde'da bu bir yüksek kültür olarak kabul görüyormuş. Bu durum da Mc Robbie'nin İngiliz modasının popüler bir şey olduğu, Fransa'da ise elitist bir algısı olduğu fikriyle örtüşüyormuş. Yine aynı şekilde The Guardian'da moda daha çok ünlü kişilerle ilişkilendirilirken, Le Monde'da bunlar "moda tiyatrosu" etrafında anlatılıyor ve bunlar da modayla ilgili söylemleri ve o ülkedeki modanın kendisini etkiliyormuş.
NTV'ye de baktığımızda Fransız tarzının daha hakim olduğunu söyleyebiliriz. Birkaç yıldır manken ve Vogue Türkiye moda danışmanı Ece Sükan'ın sunduğu N-Moda programı da Le Monde'daki moda haberleriyle ilgili bahsedilen "moda tiyatrosu"nun içinde geçiyor; sunucu bizi defilelerin sahne arkaları, moda çekimleri ve yurtdışındaki moda atölyeleriyle tanıştırıyor, modacılarla röportajlar yapıyor, kendi mankenlik deneyimlerini paylaşırken bir yandan da sadece göstermekle kalmayıp detaylı bilgi de sunuyor. N-Moda bu sayede gazetelerin arka sayfalarındaki güzel kız gösterme amaçlı pseudo-moda haberlerine göre modayı birkaç seviye yükseltiyor. Bu yaklaşımın Türkiye'deki modaya yönelik yargılara bir etkisini incelemek enteresan olabilir mesela. Burcu Esmersoy'un yer aldığı projenin lansmanı nasıl devam edecek bilemiyorum. Ama NTV'de yayınlanan "kadınlar için akşam programlarının" (ve tabi bu yazıda alakasız olacak ama pek çok kadının beğeniyle izlediği Mehmet Gürs'ün sunduğu yemek programlarının) kendi alanlarındaki yayınların daha seviyeli yapılabileceğini göstermekte başarılı olduğunu düşürsek, böyle bir çalışmanın da etkili olmaması için bir neden yok gibi.

Türk giyim sektörüyle ilgili incelemeleri bulunan Nebahat Tokatlı'nın Ömür Kızılgün'le hazırladığı bu araştırma 1984 yılından beri Calvin Klein, Guess ve Esprit gibi uluslararası markaların tedarikçisi olan ERAK Giyim'in Mavi Jeans'e dönüşümünü anlatıyor. Makaleye göre bugün bütün dünyada aralarında Nordstrom, Macy’s ve Bloomingdale”s gibi “department store” ların da bulunduğu 3000 den fazla satış noktası ile Vancouver, New York, Frankfurt, Berlin ve Montreal’de mülkiyeti ve işletmeciliği frmaya ait olan beş “fagship” mağazada satılan Mavi Jeans önemli bir değişim yaşadı. Buna bağlı olarak yazarlar, bir çeper ülke üreticisi olan firmanın, alıcılar tarafından yönlendirilen ve dünyanın en büyük perakendecilerinin, marka pazarlayıcılarının ve fabrikasız üreticilerin asimetrik güçleri ve etkileri nedeniyle başat olduğu giyim sanayi gibi bir alandan küresel üretime nasıl ulaşıldığı inceliyor.

Küresel Nitelikteki Giyim Sanayiinde İyileşme: Mavi Jeans "Upgrading in the Global Clothing Industry: Mavi Jeans and the Transformation of a Turkish Firm from Full-Package to Brand-Name Manufacturing and Retailing", by Nebahat Tokatli and Ömür Kizilgün © 2004 Clark University.

34-36-38-40-42-yeter-imdat

Posted by little drop of poison On

Bugün hayatımda ikinci kez annemden dikiş dikmeyi öğrenmek üzere Burda dergisini elime aldım, patron çıkardım, henüz dikiş makinesine elimi değdirmemiş olsam da teğel ve bol teğel almayı öğrendim. Sonuç mu? Gün sonunda üzerimde efil efil bir bluz bitivermişti. Dikiş dikerken aklıma daha önce hiç farkına varmadığım, farkına vardığımda da nasıl bu kadar bariz olanı şimdiye kadar hiç düşünmedim dediğim birşey farkettim: Geçmişte kadınlar çoğunlukla giysilerini dikiyorlar veya birilerine diktiriyorlardı.; giysileri kendi vücut ölçülerine göre hazırlıyorlardı ve giysileri her halikarda -ilk giymeye başladıklarında- üzerlerine oturuyordu. Yani günümüzde olduğu gibi 36 olduğuna inandıkları basen ölçülerine X mağazasının 36 ölçülü giysisi sığmadığında bunu önceki haftasonu fazla yediği salataya bağlamıyorlardı. Şimdiye kadar sadece sağlıklı, uzun ömürlü olmakla bağdaştırıldığını gördüğüm fit/ince olma kompleksinin ardında aslında bir "kötü melek" yatıyordu: Hazır giyim endüstrisi.
Hazır giyim endüstrisini bir üretim/ekonomi biçimi, küresel pazardaki rolü filan açısından kötüleyecek değilim. Hazır giyimi seviyoruz, hepimiz kullanıyoruz, bir bulüzü yaptırmak için kumaşçı aramakla düğme beğenmekle uğraşacak zamanımız yok, onu gidip beş dakikada mağazaya girip çıkıp alıyoruz. Ama hazır giyimin pek çoğumuz üzerinde yaptığı baskı belli: hepimiz "iyi" ve "ideal" beden ölçülerine sahip olmak; geniş göğüslü, orta boy popolu, dar belli olmak istiyoruz. Mad Man'deki balık etli Joan gibi kadınları "tam zamane kadını" oldukları için beğeniyor ama asla onun gibi görünmek istemiyoruz. Victoria Beckham'ın nasıl bu kadar ince bir kadın olduğunu düşünüyor, sonra onun gibi olmak için değil ama en azından ondan sadece bir beden yukarıda olabilmek için spor salonlarına koşturuyoruz. 36'lar 38'ler 40'lar üzerimize tam otursun, onlar tam oturduktan sonra bir azları da sıksa da oturabilsin istiyoruz.
University of Minnesota'nın Tasarım Bölümü'nden Karen L. LaBat'ın (1990) bir araştırmasına göre standart ölçülü kıyafetler kadınların kendilerini ve vücutlarını değerlendirmelerine yansıyormuş. Bir "Vücut Kateksisi" (body cathexis) olarak adlandırılan bu duruma göre içinde bulundukları sosyo-kültürel çevreyi dikkate alarak ihtiyaçlarını belli nesnelerle ilişkilendirmeyi öğrenir ve bu nesne veya görüşe duygusal önem verirmiş. Yani toplum tarafından ortaya koyulan nesneler kişilerin kendi vücutlarına ve kendilerine dair tatmin duyguları üzerinde doğrudan bir etki yaratırmış.
Amerika'da ilk standart ölçüler 1940-1950'lerde kullanılmaya başlanmış. Avrupa'daysa yakın zaman kadar pek çok ülke farklı standartlar kullanıyordu. 2007 yılında uygulamaya geçirilen EN12402 standardı ile Avrupa Birliği üyelerinin ortak bir ölçü kullanılması sağlanmaya çalıştı ve eski ölçülerin yerini yenileri alması beklendi. Ama geniş basenli Akdeniz kadınlarıyla küçük popolu İskandinav kadınlarını aynı ölçülere sokmak çok da kolay olmayacaktı; İspanyol Sağlık ve Tüketim İşleri Bakanlığı İspanyol giysi ölçülerini bu standartla harmonize etmek için kadın vücut tiplerine dair bir inceleme yapılmasını istedi.
Türkiye'deyse kadın standart beden ölçüleri henüz belirlenmemiş. 2006 yılında bir Şanlıurfa Milletvekilinin Türk Standartları Enstitüsüne ilişkin sonu önergesi Sanayi ve Ticaret Bakanlığı tarafından şöyle cevaplanmış: "Türk kadın ve erkeğinin standardı ile ilgili olarak herhangi bir çalışma yapılmamıştır. Ancak beden ölçüleri ile ilgili Türk Standardları mevcuttur. Bir çoğu Avrupa standardları veya uluslararası standardlar kaynaklanarak hazırlanmış olan bu standardlar[...]" KADIN Göğüs 96 cm Bel 68 cm Kalça 104 cm Boy 1.64 cm, ERKEK Göğüs 96 cm Bel 82 cm Bacak 80 cm Boy 1.76 cm gibidir. Yani kendi içinde bile pek uyum sağlayamayan standartların kabul edilmesi, bizim koşu bandında daha çok zaman geçirmemize neden oluyor olabilir (bir kez daha düzelteyim, burada sözüm sağlıklı ve zinde olmak için koşanlara değil, sağlıklı ölçülerdeyken "daha normal" görünmek isteyenlere- ki bu gruba ben de dahil olabiliyorum zaman zaman). Türkiye'nin tekstil ihracatındaki rolünü de düşünürsek, yabancı markaların standartlarının Türk tekstil pazarında doğrudan etkili olabileceği varsayılabilir.
Yazıyı bitirirken, haydi artık hazır giyimi bırakalım bütün giysilerimizi terziye diktirelim! gibi bir çıkışta bulunacak değilim. Zaten buna kimsenin ne zamanı ne parası yeter. Türk Standartları Enstitüsü'nün bu konuda bir çalışma yapması ne kadar etkili olur ondan da emin değilim. Zira Avrupa standartlarına uyulmaya çalışılan bir dönemde olmamız ve "yumuşak hukuk"un Avrupa üyesi ülkelerdense aday ülkeler açısından daha bağlayıcı olması dolayısıyla EN12402 bir olmazsa olmaz olarak algılanabilir. Belki vücudumuzla barışık olmak şimdilik yeterli bir çözüm olabilir; benim içinse dikiş dikmeyi öğrenebilmek bu yönde atılan önemli bir adım gibi görünüyor.

Son birkaç yıldır yurtdışından ihraç edilen en önemli iletişim araçlarından (hatta belki de en önemlisi) biri olan bloglar, Türkiye'de de yavaş yavaş moda pazarlamasını şekillendirmeye başlamış gibi görünüyor. Bugüne kadar topladığım bilgiler üzerinden henüz ülkedeki modaya dair çok net çıkarımlar yapamama rağmen gerek İstanbul moda fuarlarında gerekse medyada moda bloglarına artan ilgi hep ön plana çıkıyordu.
Daha 2006 yılında, yani Türkiye'de blogların 2008-2009'da patlama gösterdiğini düşünürsek bu dönemden 2-3 yıl önce yapılan bir doktora konferansında Atle Hauge "Moda endüstrisinin kapı bekçileri ve bilgi yayılımı" başlığını taşıyan sunumunda moda yaratıcılarının belli kanallar ve "bilgi boru hatları" doğrultusuyla aktarıldığını açıkladı. Hauge'a göre bloglar gün geçtikçe dijital medyayla bilgilendirilen gündelik hayatın bir parçası olmaktaydı ve çabuk yanıt verebilmeleri sayesinde (La Ferla 2005) moda haberleri için uygun görülüyorlardı. Makaleye göre artık o kadar çok moda blogu önem kazanmıştır ki, Jane moda dergisi editörü Brandon Holley "onları göz ardı etmenin erişimsiz görünme riski taşıdığını" söylemişti (La Ferla 2005'ten alıntıyla).
Blogger-moda sektörü ilişkisinin Türkiye'de güçlenmesini son dönemde en güzel ortaya koyan olay şüphesiz Vakko'nun bir markası olan V2K Designers'ın Türk bloggerlarını Nişantaşı'ndaki mağazaya davet etmesi oldu. 17 Nisan 2010 tarihli davetiyelerde Türkiye'nin en cool "blogger"ları ve okuyucularının buluşacağı duyuruldu ve V2K o gün "Bloggers Day" ilan edildi. Buluşmada bloggerlar milkshake içip birbirleriyle ve modacılarla tanışma fırsatı buldu.
Kimlerin ne şekilde çağırıldığını bilmemekle birlikte yaklaşık olarak kimlerin katıldığı blog sitelerinden takip edilebiliyor; zira her katılımcı kısa kısa etkinlik üzerine bilgi verdikten sonra başka bloglara ve V2K'nın blog sitesine yönlendirme yapıyor. Saymak gerekirse katılanlar arasında artık bir kısmı blogdan öteye geçerek kendi siteleriyle tanınan Nil Ertürk, Moda Sanattır, It’s Showtime, Ozan Alçın, Cindrella Under TheUmbrella, Style-Boom, Moda-Tutkusu, Bilun Şen, Koray Caner, Bayan Mor, I-LoveArt, Stilize ve Icon Jane gibi blog yazarları bulunuyor.
Bloggerlarla ilgili inceleme yazımı daha sonra daha fazla bilgi edindikten sonra aktaracağım. Bu yazıyı bitirirken girişte bahsettiğim, bloggerların sosyal ağlarda ve daha önemlisi dijital ve dijital olmayan medyada görünürlüğünün ve tanınırlığının artması durumunun V2K tarafından kabul görmüş olması. Önümüzdeki günler bu durumun yeni bir trend yaratıp yaratmayacağını gösterecek (ki bence mutlaka yaratacak- 2010 sonbahar modasına ben de bunu koyuyorum!)

Kadının modayla güçlenmesi projesi: ARGANDE

Posted by little drop of poison On

GAP Bölge Kalkınma İdaresi ile Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) ortaklığı ve İsveç Uluslararası Kalkınma İşbirliği Ajansı (Sida) finansmanıyla yürütülen "GAP Bölgesinde Kadının Güçlendirilmesinde Yenilikler Projesi", ARGANDE markasıyla 2008 yılında uygulamaya koyuldu. Adını Mezopotamya topraklarında hüküm sürmüş Kommagene Krallığı'nın tek tanrıçası "Argande"den alan marka, Güneydoğulu kadınlar tarafından üretildi ve MUDO'nun desteğiyle altı ilde 15 MUDO mağazasında alıcıların beğenisine sunuldu. Koleksiyonu hazırlayanlar arasında
Alex Akimoğlu, Hakan Yıldırım, Hatice Gökçe, Banu Bora, Rojin Aslı Polat, Mehtap Elaidi, Özgür Masur, Gamze Saraçoğlu, Aida Bihter Pekin, Rana Canok, Berna Canok, Simay Bülbül, Günseli Türkay, Zeynep Tosun gibi modacılar bulundu ve bu sayede Batman ve Mardin'de kurulan atölyeler yaklaşık 100 kadına istihdam olanağı sağladı. (Resimdeki tasarım Berna Canok Özay'dan).
Bu projenin bir benzerini hem İstanbul'da onlarca kişi çalıştıran hem de Anadolu'da profesyonel hayata katılmaya çalışan kadın girişimcileri destekleyen Kadın Girişimciler Derneği, DHL'den aldığı destekle "Kadından Kadına Projesi" başlığı altında 2007 yılında geliştirmişti. Projeyle birlikte Cemil İpekçi'nin tasarladığı el yapımı örtüleri işleyecek kadınların bu şekilde ekonomik yaşama katılmaları sağlandı ve bu çalışmadan Mardin'deki 55 kadın faydalandı.

"Artık First Date'e çıkmaya hazırım"

Posted by little drop of poison On

Geçtiğimiz hafta Ceylan'la Akmerkez'deki FashiOnAir pop-up mağazasının açılışı öncesi Etiler'de buluştuğumuzda heyecanlı ama bir yandan da oldukça duruma hakimdi. Ee kendi koleksiyonunu görücüye çıkarmak herkese nasip olmaz. Ceylan üçüncü (aslında kendisi 0-1-2 diye saydığı için ikinci diyor ama toplamda üç ediyor) koleksiyonu olan First Date'i, FashiOnAir'de 22 Nisan-5 Mayıs 2010 tarihleri arasında moda takipçilerinin beğenisine sunacak. Artık bu "ilk buluşması"yla moda dünyasıyla flörtleşmeye hazır olduğunu söyleyen Ceylan'la yaptığımız röportajdan öne çıkan bölümleri aktarıyoruz (bu arada koleksiyonun çekimlerini de kendisinin yaptığını özellikle belirtelim)

DB. Modaya atılmaya nasıl karar verdin?
CZ. Ben aslında Sabancı Üniversitesi'nde görsel iletişim tasarımı okudum, çok da severek okudum. Ama bir yandan da modaya ilgiliydim. Fotoğraf çekimi yapılırken arkadaşlarımı giydirip fashion photography yapıyordum; flash websitesini modayla ilgili yapıyordum. Okul bitti, artık bir reklam ajansına girip çalışmam gerekiyordu, ama kendi projelerimi yapamayacak duruma geldiğimde -tüp reklamı çekmek istemedim- bu işe giriştim. İlk başta moda fotoğrafçısı olmayı düşündüm, bunun da eğitimini yapmaya karar verdim; İstanbul Moda Akademisi'ni buldum. Londra'daki okullarla ortak okul filan, orada 1 senelik hızlandırılmış programa katıldım. 10 genç kızı İtalyan Ticaret Merkezi'nin Türkiyeyle ortaklaşa bir projesi için İtalya'ya gönderdiler; bunu zamanında Marc Jacobs'da yapmış diye öğrendik. Her gün kumaşçılara gittik seçtik, 10 tasarımcı olarak küçük bir koleksiyon hazırladık. Benimki de, ilk koleksiyonum olacaktı, bir sene bunalımdan sonra kendi içimden ilham alarak temamı kozadan çıkma ve kabuklarını kırma teması yaptım; bu temayla kokteyl elbiseleri tasarladım. Bundan sonra Building "Build your own fashion" konseptiyle Türk tasarımcıları tanıtmaya karar vermiş; oradaki moda sorumlusu arkadaşım Tuğba bana öneride bulundu; Koza Koleksiyonumu ve ikinci koleksiyonum olan Woodoo'yu sundum. Woodoo bebeklerini andıran vatkalar ve apoletler kullandım, böylece başıma gelebilecek nazara karşı korunmuş oldum. Bu da 19 Aralık-19 Mart'ta çıktı. 19 Mart-19 Temmuz arası ikinci koleksiyonumda kendime güvenim geldi, artık First Date'e çıkmaya, kendimi göstermeye hazırım dedim ve bu ismi verdim. Bir kızın First Date'te giymek isteyeceği, biraz 50ler, 60lardan esinlendiğim elbiseler ve etekler var. Feminen olsun istedim.

DB. Seni kimler takip ediyor?
CZ. Gençler. Maksimum 30 yaşa kadar, genç kızlar. Kendine güvenen, zarif, asıl ama muzur bir yanı olan, girdiği ortamda fark edilmek isteyen kişiler.
DB. Sen ayın zamanda Zelfist blogunun da yazarlarındansın. Biraz bunu anlatabilir misin?
CZ. Zelfist Zehra Elif Taş'ın moda blogu olarak başlattığı projesi. Elif benim İMA'da öğretmenimdi, moda pazarlamasıyla ilgili. Pazarlama alanında çalışmış daha önce, sonra moda pazarlamasıyla ilgili dersler vermeye başlıyor. Beni çağırdı, iki kişi devam etmeye başladık. Şu an 8 kişiyiz, birini daha alıyoruz. Herkesin alanı belli; ben daha çok trend ve şehirde neler oluyoru yazıyorum, davetiyeler geldikçe onlardan bahsediyorum. Şimdi yeni bir proje başlatıyoruz, "Bugün ne giysem" köşesi, hava durumuna göre İzmir, İstanbul, Ankara ne giyseyi koyacağız. Her sezon A4 download edilebilen cheat sheet veriyoruz; sezon modasını anlatıyoruz. Herşeyi yazmaya çalışıyoruz.
DB. İstanbul Fashion Week'e davet ettiler mi?
CZ. Evet. Geçen sene de Fashionable İstanbul'a davet ettiler. Dünyada bizden önce gidiyorlar; Türkiye'de Fashionable sayesinde tanındı. 5-6 blogger'dık orada. Çok önem verdiler. Bizi en önlerde oturttular, bütün modacılarla röportaj yapabildik. Daha önce İstanbul Fashion Week'te çok önem vermemişlerdi, Fashionable Istanbul sonrası Fashion Week'te koca bir bölüm yurtdışından gelen basına ayrılmıştı ve çoğu da blogger da. 25-30 kişi filandık. Hep beraber yemek yedik. Eskiden dergi editörleri en önde otururdu defilelerde, artık bloggerlar diyor; inşallah Türkiye'de de en öne geliriz. Dünyada Brian Boy, Jak&Jil hep en öndeler. Zelfist'te modayla ilgili merak edilen birşey olduğunda ilk akla gelen yer olmak istiyoruz.

DB. Senin gördüğün kadarıyla Türkiye'de modayla kimler ilgileniyor?
CZ. Zamanı olan herkes ilgileniyor. Çok büyük bir blogger kitlesi oluştu; onlar takip ettikçe başkalarını da takip ettiriyor. Cemiyet dünyası takip ediyor. Defilede modacıdan daha çok kim geldiği takip ediliyor maalesef. Son Fashion Week'te Genç tasarımcılar defilesi vardı Zeynep Tosun'un filan, yabancı basın oradaydı ama Türk basını Arzu Kaprol'e veya Hakan Yıldırım'a gösterdiği ilgiyi göstermiyor. Bu yüzden gazetede pek kimse okuyamıyor, tanımıyor genç tasarımcıları. Biz de Zelfist'te bundan bahsettik.
DB. Genç tasarımcılar ve köklü tasarımcılar diye bir ayrım var, bunu nasıl görüyorsun?
CZ. Genç dediğimiz de, hepimiz 30 yaşımıza geldik artık. Köklü tasarımcılar yanında ben kendimi hep genç hissedeceğim tabi ki, her koleksiyonda daha gelişiyor insan. Köklü modacılar Modacılar Derneği'nin üyeleri, genç tasarımcıların da çoğu üye. O kadar güzel yaklaşıyorlar ki, devamlı geliştirmeye çalışıyorlar. GAP projesi vardı ARGANDE diye; Güneydoğu Anadolu'daki gelişmekte olan yerlerdeki kadınların çalışma gücünü arttırıyor, işgücünden faydalanıyor. Bütün modacılar bir araya geldi; yöre kumaşları kullanılıyor, oradaki kadın çalışıyor. ARGANDE markası yaratıldı, Arzu Kaprol de yapıyor Zeynep Tosun da katılıyor. ARGANDE'ye Mudo'lar ücretsiz olarak destek veriyor, orada bedava yer veriyor. Ahu Yağtu projenin mankenliğini yapıyor. Yani bu projede iki dönem de bir arada yer alıyor, iletişim olarak yeniler ve eskiler diye bir ayrım yok.
DB. Türkiye içinde tanınırlık ve uluslararası tanınırlık meselesi hakkında ne düşünüyorsun? Türkiye'de tanınanlar yurtdışında tanınmıyabiliyor, yurtdışında tanınanları Türkler bilmiyor olabiliyor...
CZ. O markalarını nerede yarattıklarıyla ilgili biraz. Hangisi daha iyi bir yöntem bilmiyorum. Cemil İpekçi yaptığı işlerle daha çok PR yapsa yurtdışında daha çok tanınabilirdi. Neden Cengiz Abazoğlu Milano'da defile yapabiliyor, o imkanı arayıp yapabilmekle alakalı bence. Kendi seçimiyle alakalı olabilir. Hüseyin Çağlayan Londra'da okumuştu, imkanlarını orada buldu, orada yarattı. Serra Türker'in markası Türkiye'ye gelmeden New York'ta kurdu. Ben Türkiye'de okuduğum için bütün imkanlarım burada oldu.
DB. İleride yurtdışına açılmak ister miydin?
CZ. Keşke, çok güzel olurdu.
DB. Çok genel bir soru olacak ama Türk modacıların kullanmayı sevdiği tarzlar neler? Hangi akımlar ön plana çıkıyor?
CZ. Seri üretimli koleksiyonlar ne kadar satacağına bakıyor. Türk kadının tercihini göz önünde bulunduruyorlar. Fashionable Istanbul'da gördük ki herkes siyahı tercih ediyor; halbuki bütün dünyada uçuk maviler uçuk pembeler kullanılıyordu. Türkiye'de en çok satan firmalar Aksaray'da allı pullu giysiler satan dükkanlar. Modacılar o yüzden yan işler yapıyor. Firmalarla anlaşıp onların personel kıyafetlerini yapıp kendilerine kaynak sağlıyorlar.
DB. Türkiye'de defileler nasıl yapılıyor?
CZ. Defile çok para. Kötü organizasyon yaparsan çok kötü etkileyebiliyor, iyi bir organizasyon yaparsan çok iyi geri dönüşü de olabiliyor. Defile sosyal bir event; cemiyet olayı haline getirmen lazım, resmen bir show. İstanbul Fashion Week gibi toplu defileler yapılan etkinliklerde yer almak çok iyi o yüzden; kurulu bir düzene katılmış oluyorsun.
DB. İstanbul'un moda dünyasındaki konumu ne?
CZ. Milano, Londra, Paris gibi moda kapitallerinden olmadık, geriden geliyor olarak görülüyoruz. Biz nasıl Brezilya'daki moda haftasını tanımıyorsak onlar da bizi pek tanımıyor. Bütün ülkelerde moda haftaları oluyor, hepsi takip edilmiyor. Bizim Türk tasarımcılar yavaş yavaş yurtdışı defilelerinde yer almaya başladı. Hakan Yıldırım Londra'da çok tanınıyor. Celebrity'leri giydirmek çok önemli.
DB. Son dönemde çok sayıda yeni tasarımcın ortaya çıkmasının nedeni ne sence?
CZ. Artık daha kolay ortaya çıkabilmek. Olanak sağlayan modalar, mağazalar arttı. Styling'ciler genç tasarımcılardan kıyafet almaya başladı.

Galata'nın moda mekanları

Posted by little drop of poison On

İstanbul'da çok eski tarihlerden beri moda açısından önemli bir yer teşkil eden ama unutulmuş Galata, son birkaç yıldır yaşadığı yenilenme süreci sonunda bir kez daha İstanbul modasının kalbinin attığı yer haline geldi. Timeout'tan Seda Yılmaz'ın bu konuda Aralık 2009'da yazdığı haberden alıntı yaparak, Galata'da öne çıkan adresleri öğreniyoruz:
http://www.timeoutistanbul.com/s76904/alisveris/galatada_moda

"Bahar Korçan Butik
Bahar Korçan’ın butiği Galata’nın en son konuklarından. Moda aleminin rüştünü ispat etmiş tasarımcılarından biri olan Korçan, zevkli döşenmiş bir loftu andıran butiğinde aynı zevkin ürünü giysiler sergiliyor. Burada, sınırlı sayıda üretilen Bahar Korçan tasarımlarının yanı sıra aksesuarlar, battaniye ve tabak gibi dekorasyona yönelik parçalar da bulunuyor. Bu sezon, şifon ve triko, dantel, ipek ve kadife gibi farklı dokuların bir arada kullanıldığı elbiseler mutlaka görülmeli.
Laundromat
Laundromat, mimarlık formasyonlu iki moda tasarımcısı Öykü Thurston ve Yasemin Özeri’nin açtıkları, farklı konseptiyle kendine has duruşunu ortaya koyan bir butik. Daha önce Çukurcuma’daki Art.i.choke adlı butiğinde yaptığı keçeden tasarımlarıyla International Herald Tribune’ün moda kalemi Suzy Menkes’in bile ilgisine mazhar olan Öykü Thurston, burada da keçelere yer veriyor. Ortağı Yasemin Özeri ise, Galatamoda’da kendini kanıtlamış bir isim. Buranın en önemli özelliği, her odasında farklı bir tasarımcıyı keşfetme şansını sunuyor olması. Kudret Saka’nın erkek koleksiyonunu, Güneş Dericioğlu’nun deri çantalarını ve Elif Ergin’in başarılı kadın koleksiyonunu bir arada görmek için istikamet Laundromat.
Paristexas
Koca koca markalı giysileri cep yakmayan fiyatlara almayı kim istemez? Hepimiz istediğimiz için Paristexas’a bayılıyoruz. Buraya her gidişimizde bizi şaşırtmayı başaran parçalarla karşılaşıyoruz. Elinizi askıya attığınızda karşılaştığınız Lanvin elbisenin gayet makul bir fiyata satıldığını görünce sevinç çığlıkları atmaktan başka yapacak bir şey kalmıyor. Marc Jacobs, Vera Wang, Diana Von Furstenberg, Alexander McQueen ve Jonathan Saunders burada bulacağınız markalardan sadece birkaçı. Butiğin en büyük sürprizlerinden bir tanesi de haftanın üç günü harika ayakkabı tasarımlarıyla kalpleri çalmış olan Ahmet Baytar’la karşılaşma fırsatı.
Second Chance
Model Ahu Yağtu’nun sahibi olduğu Second Chance, Küçük Bebek’ten Galata’ya taşındı. Yağtu’nun zevkini yansıtan ikinci el giysi ve aksesuarlara soracak olsak, onlar da kokoş Bebek’te olmaktansa eski ruhlu Galata’yı tercih ederlerdi. Second Chance’in ikinci elleri, ‘eski’ kategorisinde yer alamayacak kadar iyi durumdalar. Vintage gelinliklerden gece elbiselerine ve harikulade şapkalara kadar birçok zevke hitap eden parçalar mevcut. Türk tasarımcılara ait saç aksesuarlarının bulunduğu panoya da göz atmakta yarar var.
Aida Pekin
Bihter Ayda Pekin’in tasarladığı takılara ev sahipliği yapan dükkan, Maçka’dan Galata’ya transfer oldu. Buranın vitrini kadar duvardaki bakır tavşan da dikkat çekici. Pekin, kırmızı bir salıncağın üzerine oturttuğu bu tavşanı Bread&Butter fuarı için tasarlamış. Gümüş ağırlıklı koleksiyonlarındaki parçalarda, materyalin incecik kullanımı onlara mücevher görünütüsü veriyor. Broşlar, tarzlara farklı bir dokunuş katmak için harika seçim.
Adem&Havva
Adem&Havva’da etnik ve otantik çeşnisi bol giysi ve aksesuarlar satılıyor. Basma elbiseler, eşarplar ve çarıklar, butiğin ilk göze çarpan parçaları. Her biri Anadolu’dan getirilen kolye, küpe, bileklik ve yüzük gibi aksesuarları incelemek için bol vakte ihtiyacınız var. Hepsinde Anadolu’ya has bir detay ve renk söz konusu olduğu için beğenmemek elde değil.
Lastik Pabuç
Spor ayakkabıya karşı koyamıyorsanız Lastik Pabuç’a giderken iki kere düşünün çünkü burada aklınızı çelmek üzere sırada bekleyen birçok model var. Sahibi -daha önce Harvey Nichols’ın erkek satın alma departmanında çalışmış olan- Can Soylu, tam bir spor ayakkabı oburu olduğunu itiraf etmekten çekinmiyor. Sadece Lastik Pabuç’ta bulunan Alife ve Creative Recration markalı spor ayakkabılar, buranın kültleri.
Building
Kendilerini fikir mühendisi olarak tanımlayan üç arkadaşın hayata geçirdikleri Building projesi, deneyselliğiyle akılda yer eden bir mekân. Ön taraf kafe, arka taraf da tasarımcı kıyafetlerine ayrılan bir butik olunca moda düşkünlerinin bir an önce lokmalarını bitirmek isteyeceklerini tahmin edebiliyoruz. Multidisipliner Building’de mimari, moda, gastronomi ve endüstriyel tasarım bir arada
Sodapop
Genç Türk tasarımcıların neler yaptığını merak ediyorsanız Sodapop’un yolunu tutun. Burada ismini belki de hiç duymadığınız ama ürettiklerini beğenme ihtimalinizin yüksek olduğu birçok tasarımcıya rastlayabilirsiniz. Nefis grafik desenleriyle organik kıyafetleri daha da çok beğenmemize sebep olan Boa, eğlenceli pleksi aksesuarlarıyla Deniz Tekkül, pikselli görünümlü rengarenk kolyeleri ve broşlarıyla İlke Güzelsoy, parşömen çantalarıyla Kare Çanta ve nev-i şahsına münhasır etekleriyle 1001 İstanbul Sodapop’taki markalardan sadece birkaçı.
Simay Bülbül
Deri gibi zor bir malzemeye getirdiği farklı yorumla tanıyoruz Simay Bülbül’ü. Tasarımcının elinde deri detayları, trikoları ve penyeleri zenginleştirmekte kullanılıyor. Sadece deri parçalarda, bu hantal malzemeyi kumaş inceliğinde kullanması büyük maharet. Bülbül’ün showroom’unda günlük kullanıma uygun kıyafetler ağırlıkta."

"Her ne olursa olsun II. Mahmut’un kılık-kıyafet ıslahatı (İnkılab-ı libası) şeklî
bir yenilik hareketi olsa da, İmparatorluğun içerisinde bulunduğu, siyasi ve sosyal
dağılma evresi göz önüne alındığında bu yenilik hareketinin reformların tamamlayıcı
bir unsuru olarak ele alındığı mutlak bir gerçektir. Bunun için diyebiliriz ki; II.
Mahmut dönemi Osmanlı ıslahat hareketlerinde yeni askeri düzenlemenin ve
planlamanın ağırlık kazandığı dönemdir. Öyle ki, II. Mahmut devri, akabinde yeni
Türkiye tarihinin de temelini sosyal açıdan düzenleyen Tanzimat hareketi, şeklî
yeniliklerin özellikle İstanbul yöresinde kuvvetle kendini hissettirdiği yapılanma
sürecinin ba langıcını te kil eder."

Mehmet Lale, Süleyman Demirel Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi, 2006


"This thesis examines women's changing fashions throughout the Armistice period to understand the transformation of Istanbul women before the foundation of the Turkish Republic exploring mainly articles published in popular women's periodicals. The hypothesis is that Turkish women in Istanbul experienced a relative liberty most explicity in their clothing due to the extraordinary conditions of the Armistice period that would later contribute to their emancipation movement after the foundation of the Republic."

by İkbal Elif Mahir, submitted to the Atatürk Institute for Modern Turkish History, Master of Arts, Boğaziçi University 2005

Product design process in Turkish ready to wear companies and fashion designer in this process, Esra Varol, Yüksek Lisans Tezi, 2004

Design and branding experiences in Turkish fashion industry, Bilkan Şen, Yüksek Lisans Tezi, 2003

Marka kimliği tasarımı ve yönetimi ve Türk moda endüstrisinde uygulamalı örnek çalışma, Göze Sencer, Yüksek Lisans Tezi, 2003

Transformation stages from CMT production to fashion and brand in Turkey,
Gürdal Bike Sevinçli, Yüksek Lisans Tezi, 2003


The Importance of fashion marketing and an example from fashion industry: Vakko, Berna Ersoy, Yüksek Lisans Tezi, 2002

Fashion as communication: A case study on social change in Turkey (tesettur fashion),
Gilman Senem Gençtürk Hızal, Yüksek Lisans Tezi, 2002

Using the costume collection at the Topkapı Palace Museum as a source for the contemporary fashion design, Seher Selin Tümöz, Yüksek Lisans Tezi, 2002

The Importance of creating a global brand image from the aspect of Turkish fashion sector to be superior in the international market, Şölen Kipöz, Dr. Mustafa Durmaz
Yer Bilgisi: Ege Üniversitesi · Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, 1998


"Güzellik yarışmalarının Türk kadınlarının imajına ve moda bilincinin oluşmasına etkilerini belirlemek amacıyla yapılan bu çalışmada; Türkiye’de düzenlenen ilk güzellik yarışmasından günümüze kadar güzellik kraliçelerinin giydiği giysiler tasarım özellikleri açısından incelenerek Türk kadınının imajına ve moda bilincinin oluşmasına katkıları yorumlanmıştır."

Emine Koca, Fatma Koç, “Güzellik Yarışmalarının Türkiye’deki Moda Bilincinin Oluşumuna Etkileri”, Acta Turcica Çevrimiçi Tematik Türkoloji Dergisi, II/1, Ocak 2010 “Kültür Tarihimizde Yarış”

Türkiye'de Moda blogunun bu haftaki konuğu Moda Cadısı. 2007 yılından beri http://modacadisi.blogspot.com üzerinden yorumlarını hazırlayan Moda Cadısı, Türk moda blogları dendiğinde ilk akla gelen isimlerden biri.

Şu an özellikle hangi Türk modacıları takip ediyorsun? Neden bu kişileri takip etmeyi tercih ediyorsun?
Geçen gün Londra Moda Haftası'nda Hakaan adıyla güzel bir çıkış yapan Hakan Yıldırım'ı bir süredir takip ediyorum, son defilesinden sonra aldığı yorumlara bakılırsa güzel günler onu bekliyor,onun feminen, modern ve şık tasarımlarını seviyorum. Aslı Filinta kendi ülkesinde fazla ilgilenilmese de Target gibi büyük bir zincir mağaza için koleksiyon hazırlayan yetenekli bir isim, ileride daha iyi bir yerlere geleceğine inanıyorum. Son zamanlarda Zeynep Tosun'da farklı ve renkli tasarımları ile radarımda, Türkiye'nin moda da daha fazla söz sahibi olması için yeni yeteneklerin desteklenmesi gerektiğine inanıyorum.

Türk modacılarının geneline baktığınızda hangi stillerin ön plana çıktığını düşünüyorsun?
Genellikle kendi tarzlarını oluşturamadıklarını görüyorum, hep bir yerlerden etkileşim var, biraz daha yenilikçi, risk alan ve cesur bir yapıya bir an önce kavuşmalarını diliyorum.

Önceki soruyu detaylandırırsak daha çok ne tür motifler, aksesuarlar veya kesimler tercih ediliyor?
Bazılarında bir Türk motifi, Osmanlı esintisi saplantısı devam etmekte ama bu gerçekten eskidi, daha modern yaklaşımlar bulmak lazım.Onun dışında son izlediğim defilelerde romantizmi vurgulayan fırfırlar, siyah, gri,doğal renklerde kumaşlar, renkli çoraplar, mimari detaylar oldukça sık kullanılmıştı.

Türk modacılar yurtdışında yeterince temsil ediliyor mu?
Bence hayır, herkes kendi çabasıyla bir şeyler yapmaya çalışıyor bu da her zaman yeterli olmuyor.

Yurtdışına açılan modacılarımızın diğerlerinden farkı ne; onları uluslararası platformda daha güçlü kılan belli unsurlar var mı?
Son olarak Hakan Yıldırım'da görüldüğü üzere sağlam bağlantı ve sermayenizin olması önemli, bunun yanında Hüseyin Çağlayan, Erdem ve Dice Kayek gibi isimlere baktığınızda bunlara ek olarak kendine özgü ve farklı tasarımlar, iyi bir sunum ile her zaman dikkati çekiyor.

Türk modasında başlıca 2010 trendleri neler?
Bu sorunun bir kısım cevabını daha önce de vermiştim, onlara ek olarak, güçlü omuzlar, şeffaflık,asimetrik kesimler sıkça görülüyor.

Duyuru!

Posted by little drop of poison On

"Türkiye'de Moda: Kimlik ve Kültür" blogu, Türkiye'deki moda bloglarının yazarlarıyla röportajlara başlıyor... Bekleyin...

Tac, Nurullah and Ozan Aglargoz, SEER ­ South­East Europe Review for Labour and Social Affairs (SEER ­ South­East Europe Review
for Labour and Social Affairs), issue: 01 / 2007, pages: 127­137, on www.ceeol.com.

Scope
This project/system primarily aims to establish standards for quality and reliability, image, after-sales service and logistics and, subsequently, to promote the companies possessing these standards under this quality stamp, thus strengthening the international image of Turkish products (Turkish Daily News 12 October 2006). Support began in the first place in the textile industry and then moved on to other industries in 2006. Currently, 33 companies are supported (Milliyet 14 December 2006) and the primary target markets have been determined as Russia, France, Britain and Spain. Within the above-mentioned aim of accelerating branding processes in the companies supported, the Foreign Trade Under-Secretariat released a communiqué in 2003
(Official Gazette 25213, 28 August 2003) and, within this framework (Communiqué 2003/3), branding incentives have been further developed while long-term, high value supports have been launched for branding activities.

Charlotte A. Jirousek

Department of Textiles and Apparel, Cornell University, Ithaca, NY 14853-4401

The dress forms for men of Çömlekçi, a village in southwestern Turkey, have been changing throughout the twentieth century, and occur in three stages. Following the Turkish republican revolution after World War 1, the European-style suit was widely adopted by rural men. Although adoption of these garments seemed to signal westernization and secularization of rural society, the dress forms were appropriated by the traditional culture and became readily identifiable as traditional village dress. This mode of dress was retained with little change until the second transitional stage began in the 1960s. This change was a result of improved communications, increased interaction with the money economy, and increased availability of consumer goods. These economic changes permitted the introduction of commercially produced clothing, with the final stage of full conversion to a mass fashion system of dress for the men of Çömlekçi occurring by the 1990s.

Key Words: Key Words: Turkey • dress • men • traditional dress.

Clothing and Textiles Research Journal, Vol. 15, No. 4, 203-215 (1997)
DOI: 10.1177/0887302X9701500402

Architectural Inspirations in Fashion Design

Posted by little drop of poison On

"Today’s one of the most rewarding professions is the designer working in art business. A design process involves a series of creative activities including research, analysis and decision making. The designer creates designs that are attractive and functional and uniquely suited to the human needs.


The massive and stable stone form of the tower has inspired the fashion designer Horuzo¤lu [11]. The tower of Christ (Picture 3) has become a real authentic garment. The folding skirt with its hard, stone texture reflects the form of the tower. The effective use of minimal coloring like the pale tones of grey, black and brown also reflects the original colors in the architectural source (Figure 3a). The conical top of the tower has become a fascinating dress with beads hanging on the hemline (Figure 3b). In figure 3c the arcaded columns adorning the tower have
also become the skirt details of a sheath dress. The hard stone texture has been shaped into a drape; sliding over the hip to the knee curving under the bust (Figure3d). The form, structure and texture of the fashion designs all remind Galata Tower."

Paksoy, Halime, Sema Yalçın. "Architectural Inspirations in Fashion Design", 3rd International Symposium of Interactive Media Design, http://www.tekstilvekonfeksiyon.org/pdf/20090912095031.pdf

"This study looks at how marketers in Turkey construct and represent tesettürlü consumers (women wearing Islamically inspired forms of covered dress) in advertising and other commercial imagery, and how these representations are shaped and transformed by the local and global dynamics of consumerism, capitalism, and politics. We believe that the emergence of tesettürlü women as a distinct consumer segment and their evolving representation in the marketing imagery are revealing of the processes of identity formation and negotiation as well as the social changes that have been occurring in Turkey since the 1980s. By attending to the discourses and practices of market actors, namely companies and designers that manufacture and sell clothing and related products to tesettürlü women in Turkey, we show how the Islamic fashion industry operates through a play on cultural difference and similarity, and fabricate the ideal of a "modern" tesettürlü woman which is attainable through consumption."

Authors: Sandikci, ÖZlem; Ger, Güliz
Source: Fashion Theory: The Journal of Dress, Body & Culture, Volume 11, Numbers 2-3, June/September 2007 , pp. 189-210(22)
Publisher: Berg Publishers

Hayat Mecmuası

Posted by little drop of poison On

"Türk kültür tarihinde önemli bir dönüm noktası olan Hayat mecmuası Nisan 1956'da İstanbul'da haftalık yayınına başladı. Derginin başında Şevket Rado vardı. Yazı işlerinin başında Hikmet Feridun Es, İbrahim Çamlı, Sadun Altuna, Çetin Emeç, Mehmet Kayabal, Seyfettin Turhan oldular. Kağıdı ithal, baskısı tifdruktu. 1956 sonunda kâğıt yokluğundan yayınına bir süre ara verdi. Basında, baskı kalitesinde ve reklamda yenilikler meydana getirdi, 50 ve 60'ların yüzbinleri geçen tirajı yakaladı. Başarılı olunca yine Şevket Rado benzerlerini çıkardı: Ses Mecmuası, Hayat Tarih, Resimli Roman, Hayat Spor, Ayna. Ses mecmuasının açtığı yarışmalarda sinema ve sahne sanatçıları meşhur oldu. Hayat mecmuası Batılı dergiciliğin, renkli resimli reklamların, Holywood haberlerinin yer aldığı bir modernleşme yayıncılığıdır. Magazinin, bugünkü televoleciliğin ilk örneklerinin görüldüğü ama modern aile mecmuası kalıbındaydı. Kapakları renkli ve tam boy artist resimleriyle kaplanıyordu. Bulmaca, fal, karikatür, moda ve gezi yazıları. Diziler, fotoromanlar, pembe romanlar.Hayat, 70'lerdeki siyasal ortamda işlevini kaybetti ve 1978 Temmuz'unda grev başlayınca kapandı."

ALL

Posted by little drop of poison On

"Birleşmiş Markalar Derneği'nin katkılarıyla yayınlanan ALL, mağazalardaki müşterilere ürün çeşitliliklerini ve alternatiflerini sunarken aynı zamanda Türk markalarıyla moda ve trend yaratan bir rehber. Türkiye'nin en önemli moda fotoğrafçıları ve tasarımcılarıyla hazırlanan ALL'un Yayın Direktörü Ensar Altun, Yayın Yönetmeni Melek Aksoy, Kreatif Yönetmeni ise Mehmet Aktop. ALL Dergisi'nin Erem Kargül'ün Yazıişleri Müdürü olduğu ALL'un moda editörlüğünü Konca Aykan üstleniyor."

Trendsetter

Posted by little drop of poison On

"Trendsetter POP İstanbulludur. Tam bir metropol aşığıdır. Düzenli olarak şehri turlar. Mutlaka görülmesi gereken etkinlikleri, insanları, markaları, alışkanlıkları sizin için seçer ve listeler. Trendsetter POP dinamik alt yapısı ve içeriğiyle 15 günlük periyodlarda ajandanızı doldurmayı hedefler. Takip edilmesi kolaydır ve ücretsizdir. Şehrin derinlerine inmek, yaratıcılarla buluşmak, tasarımlara dokunmak, kısaca hedefe kolayca ulaşabileceğiniz bir tur atmak için sadece üye olmanız yeterlidir."

İstanbul Fashion Week February 03/06

Posted by little drop of poison On


İSTANBUL FASHION WEEK 03/06 Şubat 2010 tarihleri arasında İTKİB organizasyonunda Moda Tasarımcıları Derneği ve İstanbul Moda Akademisi işbirliği ile düzenlenecek ,şehirde bir hafta boyunca moda rüzgarları estirecek; moda ile ilgili tüm organizasyonları tek bir çatı altında, organize bir platformda sunacak, tüm şehrin yaşayacağı, defile, tasarımcı ve markaların yer aldığı fuarlardan oluşan dev bir moda etkinliğidir.

Brandist
Ticari firmalara yönelik butik moda fuarı ve defile organizasyonlarını kapsamaktadır.

İstanbul Fashion Lab.
Butik tasarımcı fuarı ve tasarımcı defilelerinden oluşmaktadır.

Koza Genç Moda Tasarımcıları Yarışması
KOZA Genç Moda Tasarımcıları Yarışması, moda tasarımı alanında kariyer yapmak isteyen genç yeteneklerin endüstri ile buluşmalarında önemli bir platformdur.

http://www.istanbulfashiondays.com/press.php

Türk Giyim Kuşam ve Süslenme Sözlüğü

Posted by little drop of poison On

"Osmanlı'nın son döneminden modern Türkiye'ye uzayan çizgide, çok ilginç 'moda akımlarına' kapıldık.Günümüzden bakıldığında tuhaf hatta komik gelen kıyafetlerle dönemin modasına ayak uydururken, 'Bobstil' tarzından, 'Beatle' kesimi saç modasına 'malakof' tuvaletlerden 'diba' saçına kadar pek çok moda rüzgarıyla sarsıldık. Tarihçi ve yazar Reşat Ekrem Koçu'nun Sümerbank için hazırladığı ve 1967 yılında yayımlanan 'Türk Giyim Kuşam ve Süslenme Sözlüğü', Türkiye'de esen ilginç moda rüzgarlarına ışık tutuyor."
www.habervitrini.com/haber.asp?id=14763

Ottoman Influences in Western Dress

Posted by little drop of poison On

"By the fourteenth and fifteenth century we see fur-lined coats that bear a striking resemblance to the Ottoman style. From this time on coats, short and long, become part of the repertoire of fashion.

The visual effect of layering inevitable with coats is particularly interesting. Coats are a very important feature of male dress in the first half of the sixteenth century. A short wide coat is worn that creates an impressive upper body silhouette without obscuring the essential European feature beautifully hosed and decorated legs, the fitted doublet, and the ostentatiously displayed codpiece. The sleeve of the coat is short, permitting display of an elaborately decorated under-sleeve in the Turkish manner. Loose short coats of this type first appeared in the 1490s in Italy, where the cut of sleeve and collar is virtually equivalent to Turkish examples. By the 1530s the form had been adapted to European tastes, becoming much more structured and elaborated in keeping with the aesthetics of the Mannerist style then in vogue in Europe.

The sixteenth century was a period in which in both war and commerce the Ottomans were a crucial issue for the European powers. Henry VIII is known to have been taken with Turkish dress. His chronicler Edward Hall described a fete at the English court at which Henry appeared with his retinue dressed as a Turkish Sultan as part of a masquerade.[24] Toward the end of his reign in 1542, Henry VIII posed for a portrait that is a striking comparison (apart from headgear) to that of his contemporary, Süleyman the Magnificent, but because of the pose even more dramatically resembles that of a later sixteenth-century sultan, Mehmed III .

Another item of dress inevitably associated with coats is the button. In the early Medieval period European clothing was normally secured with brooches, pins, or laces (also known as points). It is part of the Middle Eastern and Central Asian tradition of coats from an early date. In the Book of Chess of Alfonso the Wise of Castile a Moor is shown wearing a long gown with buttons, but buttons were not worn by the Spaniards in the illustrations. Buttons can also be seen in a Moorish ceiling painting in the Alhambra (c. 1354). Button makers are one of the trades listed in a document from Paris dated 1292, so by this date, buttons were beginning to come in to use in France at least. On sixteenth century European coats rows of horizontal bands form distinctive closures not previously seen in European fashion. Comparable examples can be seen on kaftans from the late 15th century in the Topkapi collections. The Turkish examples use an applied flat silk braid joining the fronts with a button and loop; Henry’s more ostentatious Mannerist version seen to the left is created in bejeweled gold, but braid equivalents were also being used. This type of closure first appears in European dress in the first half of the sixteenth century, and will become a staple of European fashion, particularly associated with military or ceremonial dress. However, it does not only appear as a closure on men’s coats. A portrait of Elizabeth I c. 1575 has a bodice closed with such bands of decorative braid. When trade negotiations were concluded in 1581 between the Ottoman Empire and the English, the exchange of royal gifts included an entire ensemble of Turkish clothing sent by Sultan Murad to Elizabeth.[25] A delightful portrait by Rubens of the child Eleonora Gonzaga dating from 1600 also shows an Ottoman style short sleeved coat with rows of gold braid and buttons."

from Ottoman Costumes: From Textile to Identity.
S. Faroqhi and C. Neumann, ed.
Istanbul: Eren Publishing, 2005
http://char.txa.cornell.edu/influences.htm

Turquerie

Posted by little drop of poison On

Turquerie was the Orientalist fashion in Western Europe from the 16th to 18th centuries for imitating aspects of Turkish art and culture. Many different Western European countries were fascinated by the exotic and relatively unknown culture of Turkey, which was part of the Ottoman Empire, and at the beginning of the period the only power to pose a serious military threat to Europe. The West had a growing interest in Turkish-made products and art, including music, visual arts, architecture, and sculptures. This fashionable phenomenon became more popular through trading routes and increased diplomatic relationships between the Ottomans and the European nations, exemplified by the Franco-Ottoman alliance and Persian embassy to Louis XIV in 1715. Ambassadors and traders often returned home with tales of exotic places and souvenirs of their adventures.[3]

The movement was often reflected in the art of the period. Music, paintings, architecture, and artifacts were frequently inspired by the Turkish and Ottoman styles and methods. Paintings in particular portrayed the Ottomans with bright colours and sharp contrasts, suggesting their interesting peculiarity and exotic nature.[4]

Fabrics were often bright, rich, and embroidered, as depicted in the painting, Himan de la Grande Mosquee by Joseph-Marie Vien in 1748. In the context of turquerie, Turkish textiles were also a luxury in the elitist European homes. They often had velvet grounds with stylized floral motifs. They were often woven in Asia Minor for the European market or, more commonly, as Venetian, under Turkish influence. Italian-styled textiles were often woven by the Ottoman Turks for the Venetians because of their cheap labour and continued business relationships.[13]

http://en.wikipedia.org/wiki/Turquerie

Gervers, Veronika. The Influence of Ottoman Turkish Textiles and Costume in Eastern Europe, with Particular Reference to Hungary. Toronto: Royal Ontario Museum, 1982.

Dress of the Palace Women

Posted by little drop of poison On

"The Seraglio woman had to spend all her time in the Harem and live in the hierarchic order, and her dress was more elaborate than normal women's apparel. The fabric used for Seraglio dresses had been woven according to the designs of artists known as Hassa Nakkash, in special workshops. The fabrics, known as kadife, kemha, çatma, diba, seraser, atlas, serenk, canfes and tafta were preferred for Seraglio dresses that had all the qualities of Ottoman women's traditional dress. In 16th century, known as the Classical Period, the Ottoman Empire was in a very strong position politically and economically. They produced the most beautiful textiles as a symbol of the power of the empire. With the golden and silver threads mixed in the silken cloths, the value of these materials increased much more. In addition, cloths and ready-made dresses were coming from Venice, Genoa, France, and textile centres of Europe and also from India, China, The Far East and The Near East. It is known from Ottoman resources that Beyazıd 11 had assigned 1500 akçe and two sable furs to his women and his daughters every year."

http://www.kultur.gov.tr/EN/Genel/BelgeGoster.aspx?17A16AE30572D31371BE64510F6C8BC9BE2AE76D43B06C34

Osmanlı Saray Dokumaları

Posted by little drop of poison On

"Orhan Gazi zamanında Bursa’nın alınmasıyla Osmanlılar saray yaşantısına özenerek geleneksel giysilerinin yerine ipekliden yapılmış lüks giysi ve dokumalar kullanmaya başlamışlardı. Çünkü gelişme döneminde Osmanlılar, Bizans’tan kız alıp vererek Bizans’la içli dışlı olma yolunu tutmuşlar ve etkilenmişlerdir. Saray Dokumaları, başta Bursa şehri olmak üzere başkentlik yapmış Edirne ve İstanbul’da şehzade kentleri olan Manisa, Trabzon, Amasya’da; ayrıca Alanya, Antalya, Eskişehir, Kocaeli, Erzurum, Diyarbakır gibi İpek Yolu üzerindeki merkezlerde malzemeler hazırlanır ve dokunurdu. Bu merkezlerin pek çoğunda ipek, ipekli ve kıymetli dokumalardan vergi alan mizanlar vardı. Devletin zenginliği, Saray Dokumaları’yla gösteriş ve saltanat göstergesi amacında kullanılmıştı. Kemha, Seraser, Diba, Zerbaft, Kadife, Çatma, İstüfe, Münakkaş, Hatayi, Sevayi, Şip, Car gibi renkli motifli, kadife ve çatma türü rölyef desenler dokunmuştur. Düz dokumalar ise renkli iplikler ile Anavata, altın ipliklerle Dival, Suzeni, Bindallı, Tepebaşı, Sarma türü teknikler ve işlemelerle süslenmiştir. Lale, üç benek, karanfil, hatayi, penç, rumi, yaprak, bindallı, bulut motifi gibi geleneksel Türk motifleri belirli tarzlarda hazırlanırdı. Kullanılan motifler, diğer saray sanatı dallarında görülen motiflerdi. Motiflere göre kumaşın cinsi değişmekteydi. Özellikle Seraser, Kemha, Serenk, Çatma, Zerbaft, Hatayi gibi kumaşlar çok kullanılmıştır.
Bu giysilerin en anlamlısı kaftanlardı. Padişah giysileri ülkedeki en ünlü terzilere diktirilirdi. Bu giysiler giyenin zenginliğini ve gücünü gösterirdi. Saray dokumalarında önceleri altın ve gümüş teller kullanılmıştır. Daha sonraları üretim giderini azaltmak için kılaptan kullanılmıştır. Kumaşlar özenle dokunmuş, ülkenin en iyi ustalarına ısmarlanırdı. Osmanlı Saray Dokumalarının motif, desen, kompozisyon ve renkleri, zenginliğin ve kuvvetin göstergesi olarak yapılırdı. Saray dokumalarının süslemelerinde en pahalı malzemeler olan altın, gümüş ve ipek ısrarla kullanılmıştır. Bu yüzden ipek üretimi ve ticareti önemliydi. Naima Tarihi’ne göre, 16. yüzyılda her yıl İran’dan Osmanlı’ya 200 yük ipek veriliyordu. Altın, gümüş ve ipeğin devlet kontrolü altında işlendiğini günümüze kalmış olan Esnaf Narh Defterleri’nden öğreniyoruz. Ayrıca Şer’iye Sicilleri, Tereke Defterleri, gezgin ve tüccarların mektup ve notları, ipek ticaretine ve saray sanatına ışık tutan kaynaklardır.
Saray kumaşlarının süslemeleri teknoloji paralelinde değişkenlikler gösterir. Önceleri malzeme kalitesini ön planda tutan düz dokumalar ve düz renk boyanmış saf ipek, yün, keten ve pamuk kumaşlar yanında iki veya daha çok renkli yahut iki farklı malzemenin kullanımıyla oluşturulan çizgi temelinde sonsuz çeşitteki çizgili dokumalar dokunmuştur. Sarayda göçebe kültürünün azalması ve dokuma tekniğinin gelişimi sonucu, saray dokumalarının desenleri çeşitlenerek zenginleştiği izlenir."

Osmanlı Saray Dokumaları, Senem Uğurlu,http://www.carpetrium.com/osmanli-saray-dokumalari-makalesi-96.html

Arayalım