Yeni sezonda Türkiye'de Moda
Moda la Turca'da!

Blogspot iki saniye içinde yönlendirilecektir. Moda la Turca'ya geçemiyorsanız burayı tıklayın:
http://modalaturca.wordpress.com
ve favorilerinizi güncellemeyi unutmayın!.

Türkiye'de Moda:

Kimlik, Kültür ve Sınıfsal Temsiller

  • Neden bu blog?

    İsmiyle oldukça kapsamlı bir içerik vaadeden bu blog, aslında daha çok Türkiye'deki modaya (özellikle "haute couture", türkçesi "yüksek terzilik" olan ve Simmel'e göre önce elitlere ve bir süre sonra toplumun bütününe hitap eden olguya) dair bugüne dek yapılmış kaynakların bir derlemesini yapmak üzere düşünüldü. Sosyoloji okumaya ilk başladığım yıllardan beri, modayla pek alakam olmasa da ("fashionably sensitive but too cool to care" sloganını benimsemişimdir hep") gerçekleştirmek istediğim bir projenin altyapısı olma amacı taşıyor; Fransa'da bile henüz kolay kabul edilmeyen "moda sosyolojisi" kavramını bir nebze olsun Türkiye'ye aşılamayı hedefliyor. Ve bu arada, belki Türkiye'deki modayla ilgilenen kişiler için de kaynaklara kolay ulaşmak için bir araç olur. Günün birinde iyi bir analiz yapmam dileğiyle... Olur da ulaşmak isterseniz: damla.bayraktar@gmail.com

Moda ve devrim (1): Retrospektif

Posted by little drop of poison On

Geçtiğimiz hafta dünyanın iki farklı kesimi için çok hareketli günler geçti. Dünyanın bir tarafında gözler Paris'teki moda haftasına ve kendi tasarımlarıyla modada devrim yaratmaya çalışan tasarımcılara çevrilmişken, dünyanın diğer tarafı (ki sayısal olarak çok çok daha geniş bir kitleden söz ediyoruz tabi) Fransa'ya tarihsel olarak çok da uzak olmayan Tunus'ta başlayan ve gayet hızlı bir şekilde diğer Arap ülkelerine de sıçrayan yönetim karşıtı protestoları takip etti. Arap ülkelerindeki hareketlilikle karşılaştırıldığında Paris moda haftası ne kadar mikro bir olaymış gibi görünse de aslında bu iki olgunun birbirine zıt meselelerden ibaret olduğunu düşünmek bence yanlış. Modayı ve Paris Moda Haftası gibi etkinlikleri doğrudan takip edenlerinin sayısının küçüklüğüne rağmen bir sene içerisinde sokak modasının bunlardan etkilendiğini, renklerin ve tarzların ana akımlara göre belirlendiğini unutmamak gerekiyor. Daha da önemlisi, moda-devrim arasındaki ilişkiyi devrimden modaya doğru ele almak; yani güç dengelerini ve yönetim biçimini değiştirmeyi hedefleyen devrimin en basit gündelik yaşam pratikleri üzerinde de doğrudan etkisi olduğunu düşünmek ve modayı genel bağlamında "giyim kuşam" olarak algılamaya çalışmak. Ayrıca devrimci hareketlerin sembolizminde giysiler önemli bir yer teşkil etmiştir (misal; etnik giysiler/çıplaklık (giysilerin olmaması)/kapanma/yeşil/kırmızı). Ben de bu yazımda, ne kadar çok farklı dünyalara aitmiş gibi görünseler de geçen haftaki olayları ortaya çıkaran olgular bir araya getirmeye çalışacağım. Arap dünyasındaki yeni gelişmelerin devrimsel niteliğini anlamak ve modayla doğrudan ilişkisini çıkarmak için belki henüz erken (ve olayların ciddiyeti açısından belki çok geri planda). Ama bu zamana kadarki devrimlere bakış atmak, giyim kuşamın ve özellikle kadınların giyiminin rolünü anlamak belki önümüzdeki haftalarda olacak satır arasındaki gelişmeleri takip etmek açısından ilginç olabilir. İlk postum son olayların olduğu ülkelerin dışındaki coğrafyalardaki Moda-Devrim ilişkisinden bahsedecek; ikincisinde ise özellikle bu ülkeleri ele almaya çalışacağım.

Eugène Delacroix - La liberté guidant le peuple (Halkı yönlendiren özgürlük)


Hem devrim hem de moda deyince kuşkusuz akla ilk gelenler Fransa ve Fransız Devrimi. İki konunun da Fransa açısından önemli rol oynaması sayesinde Fransız Devrimi sırasındaki modaya, modanın değişimine dair kaynaklara ulaşmak oldukça kolay. Devrim öncesindeki dönemde giyim kuşam başta saraya dair bir meseleydi ve toplumdaki sınıfları belirtmesi açısından sarayın zorlayıcı bir rolü vardı (Wilson 2003). Fransız Devrimi'yle birlikte aristokratların aşırıya kaçan giyim merakına dayanan moda algısı yerini sadeleşmeye bırakmaya başladı; korseler bir kenara bırakıldı, Terör döneminde abartılı ve çok renkli giysiler zenginlere atfedildi ve bu kişiler idamla yargılandı. Devrim sırasında köylü ve işçilerden oluşan halk (3. zümre) giyim-kuşamla ilişkilendirilen "sans-culottes" (külotsuzlar) terimiyle adlandırıldı; zira o dönem moda olan diz uzunluğundaki "culotte" (külot) yerine uzun pantalonları giyiyorlardı. Külotsuzların başlıca giysileri arasında uzun pantalonlar, kısa etekli ceketler, kırmızı özgürlük kepleri ve sabolar bulunuyordu (Hugh 1911) (1). Sadeleştirilen giysilerin sosyal anlamda birkaç etkisi vardı; bunlardan ilki kadınların devrim hayatı ve siyasetteki rolünün güçlenmesini ortaya koyuyordu (artık giyimlerine dair daha az vakit harcayabileceklerdi), alt sınıflarla üst sınıflar arası ayrımı ortaya çıkaran dış görünümün rolü azalıyordu (Starr 2010) ve daha sade giysilerin kullanılmasıyla birlikte giyim sektörü daha üniform ve hazır giyim ürünlerine yönelmeye başlayacaktı.

Valentin A. Serov - "Working people arise!" (İşçi sınıfı ayağa kalk!)

Fransa'dan sonra Rus Devrimi'ne geçelim. 1917 yılındaki Bolşevik Devrimi sırasında Batı tarzı giysiler ve moda, burjuvazi kültürüyle özdeşleştiği gerekçesiyle eleştiriliyordu. O dönemde Rusya'dan kaçan Beyaz Ruslar özellikle Fransa'daki büyük moda evlerini açarak Avrupalılar için doğulu ve egzotik görülen kendi stillerini de taşımıştı (Vassilev 2000). Modanın eleştiriliyor olmasına karşılık Bolşevikler ve daha sonrasında komünistler de kendi modalarını yaratmaya çalışacaklardı. Dönemin konstrüktivist (oluşturmacı) sanatçıları basit, hijyenik ve işleve yönelik giysiler önermişlerdi; bu tip giysilerde anonimlik ve fayda baş plandaydı. Yönetime geçmelerinden sonra tekstil fabrikalarını devletleştiren Bolşevikler, etkinliklerini merkezileştirdiler ve önceki dönemde aristokrasi ve artistik elitin tasarımcısı olarak çalışan Nadezhda Lamanova gibi başlıca moda tasarımcıları devlet kontrolündeki giyim kuşam ve modanın belirleyicisi oldu. Lenin döneminde özellikle Rus folk motiflerinin kullanıldığı ama sade giysiler tercih ediliyordu. Stailinizmle birlikte önceki sosyalist giyim tarzı geri plana atıldı ve merkezileşme kuvvetlendirildi. 1934 yılında Moskova'da Moda Evi açıldı, iki moda dergisi yayınlanmaya başladı. Erken Bolşevikler tarafından "moda", işlevsel olması ötesinde dışlanan bir kavramken, Stalinle birlikte modanın sembolik rolü önem kazandı.

1950'lerin sonunda Moskova'daki Christian Dior modelleri

Doğu Avrupa ülkelerindeyse Batı stili moda tamamen reddedildi, modanın güzellik ve elegansla ilişkilendirilmesi yasaklandı, işlevsel, basit ve sınıfsız komünist giysiler tercih edildi. 1970lere gelindiğinde ise komünist ideolojiye uygun resmi moda olmasına karşılık sokaklarda farklı tarzlar vardı; bireysellik ve kültürel izolasyon karşıtı tavır sergileniyordu; düşük kaliteli ve tekdüze ürünlere karşılık halk kendi yaptığı giysileri ve karaborsadan satın aldıklarını tercih ediyordu (Angela San Cartier 2010).

Moda Albümü Dergisi - 1936

Türkiye
'de ise Cumhuriyet devriminin hedef aldığı kitle Fransa'daki ve Rusya'dakinden daha farklıydı. Öncekilerde lükse meraklı aristokrat sınıfının aşırıya kaçan giyim kuşamı eleştirilirken, Cumhuriyet devrimleri sırasında başlıca hedef geri kalmışlığın sembolü olarak görülen giyim tarzlarıydı. Ama yine de modaya meraklı İstanbul kadınının giyim kuşamına karşı bir eleştiri daha Cumhuriyet'in kuruluşu öncesinde oluşmaya başlamıştı. Anadolu'daki kadını anne rolüyle idealize edilirken, İstanbul'daki kadın modaya düşkünlüğü ve gösterişli yaşamı dolayısıyla eleştiriliyordu. Avrupa'ya olan ilginin yanı sıra Rus Devrimi'nden kaçan Beyaz Ruslar da kendi giyim ve yaşam tarzlarını İstanbul'daki zengin çevrelere yaymışlardı, savaşın zor şartlarına rağmen şehirdeki eğlence kültürü devam etti. Yine de, Osmanlı'da saray çevresi dışında bir aristokrasinin olmayışı ve modernleşme/batılılaşma isteği devlet tarafından merkezileştileşmeyi beraberinde getiren Kıyafet Inkilabını doğurmuş; peçe, fes, şalvar gibi geçmişi çağrıştıran giyim tarzının yerini batılı ülkelerde kullanılan şapka, düşük bel, kısa etekler veya manto gibi stiller benimsenmişti. Oluşturulmaya çalışılan Türk burjuvazisi ile birlikte kadın, Ziya Göklap milliyetçi feminizminin de etkisiyle kendi haklarını arar hale gelmişti (Mahir 2005). Buna karşılık Cumhuriyet kadını bir semboldü; olgun, ölçülü ve geçmişe göre daha dişi ama yine de sade olması beklendi, terzi işi giyim yerine hazır giyime kayılması ve yerli malları kullanımı özendirildi. Yeni moda dergileri, tasarımcılar ve resimdeki Musahipzade Celal gibi illüstratörlerse Avrupalı giyim biçimlerine uygun tasarımları yaymaya çalışıyorsa da benzer standartları yakalamak epey zaman alacaktı. Özellikle İstiklal Caddesi üzerindeki gayrimüslim terzilerle başlayan Türk moda tarihi, yavaş yavaş Müslüman kesime de yayılacak, Türkiye'nin ilk moda tasarımcısı olarak kabul edilen Celal Bürün'ün tasarımları Cumhuriyet'e uygun Türk modasını yaygınlaştırmaya çalışacaktı (2)(Türkiye'ye dair kaynaklara blogun Tarih bölümünden ulaşabilirsiniz).

Giyim kuşam meselesinin başlı başına devrimsel niteliğiyle ele alındığı iki devrim Hindistan Bağımsızlık Hareketi ve Meksika Devrimi'dir. Bu iki harekette de kolon devletlerin etkisinden sıyrılmak için yerel giyim kuşama geri dönüş yapılması amaçlanmıştı; bu sayede hem bir ulus kimliği yeniden inşa edilebilecek hem de üretimin ülke içinde yapılması sayesinde ekonomiye katkı sağlanacaktı. Ben bu yazıda sadece Hindistan'ı ele alacağım. Hindistan'da Mahatma Gandhi özellikle giyimin sembolik rolü üzerinde duruyordu, pek çokları onun uluslararası arenada çok yer almasını da söylevlerinin dışında giyim tarzına bağlıyordu, beyaz peştamaliyle pek çok kişinin ikonu haline gelmişti. Gandhi özgürleşmek için giyinmekten bahsediyordu. Bu sadece giysiler üzerinden işleyen basit bir süreç değil, "Clothing for Liberation" kitabının yazarı Peter Gonsalves'e göre ailenin, değerlerin ve sosyal önceliklerin bütünleşmesini sağlayan bir araç olarak görülüyordu. Gandhi söylemlerinden birinde şöyle demişti: "We wore Manchester cloth and this is why Manchester wove it" (Biz Manchester kumaşı giydik, bu yüzden Manchester üretti) (Gonsalves 2010). Ona göre giyim meselesi ulusal öneme sahipti ve Avrupa tarzı giyim yerine basit bir peştamali tercih etmesi kolonyal sömürüye karşı gelmesini ve fakirler arasındaki birliği sağlamaya çalışmasını ortaya koyuyordu. El örgüsü ve dokumacılığın gelişimine önem vermesi ulusal giyimin yaratılmasında ve ulusal özgürlüğün sağlanmasında bir araç olarak görülüyordu (Abaza 2007).

Tahran'da 1979 yılında ABD elçiliği önünde protesto eden kadınlar, ellerinde İran'da ölüm sembolü olan orak ile

Zamanı biraz daha yakına kaydıralım... 1979 İran İslam Devrimi sonrasında türban pek çok genç ve militan kadın tarafından Şah rejimi reddetmenin bir simgesi sayıldı. Yine Fransa ve Rusya'da olduğu gibi Şah devrinde burjuva sınıfı özgürleşmişti ancak bu özgürleşme ancak küçük bir grubu temsil ediyordu. Ayrıca rejimin yozlaşması batı kültürünün tümünün yozlaşmasıyla eş görülmeye başlanmıştı; pek çokları tarafından devrimin olumlu ve fırsatları genişleten sonuçlar doğurması bekleniyordu. Ancak İslam Devrimi sonrasında beklenen olmadı ve kısa zaman sonra kadınların toplumdaki rolü sıkı kurallara bağlandı. Kadınlar için hijab zoraki kılındı; Müslüman kadının nasıl giyinmesi gerektiği devlet tarafından böylece belirlenmiş oldu (Wilson 2003). 2007 yılına kadar ülkede moda defilesi yapılması yasaklandı; ki 2007 yılında devlet kontrolünde yapılan defile de yasakları delmeye çalışan özellikle genç kadınlara nasıl giyinilmesi gerektiği yolunda fikir vermek için düzenlenmişti. 2009 yılındaki "Yeşil Devrim" hareketinde başı çekenler arasında özellikle polis tarafından öldürülen ve devrimin simgesi haline gelen Neda Agha-Soltan gibi yönetim karşıtı genç kadınların olması dikkat çekiyordu. Giyim kuşam meselesi İran'da yönetim ve yönetim karşıtı kadınlar arasında sürekli çatışmaların merkezinde kalmaya devam ediyor.

Devamı: Moda ve devrim (2)

(1) Sans culottes'a benzer bir isimlendirme de Arjantin'de Juan Peron'un takipçileriyle özdeşleşen descamisado - gömleksizler. Gömleksizler işçi sınıfını simgeliyordu ve Eva Duarte de geçmişi dolayısıyla descamisado'nun idolü haline gelmişti.
(2) http://www.guzelblogum.com/2010/10/cumhuriyetle-degisen-turk-kadn.html

Referanslar
http://www.theblogofrecord.com/tag/russian-fashion/
http://www.ehow.com/about_4570555_fashion-french-revolution.html
http://www.zimbio.com/Ruhollah+Khomeini/articles/14/Historic+pictures+Iran+Islamic+revolution
San Cartier, Angela (2010). Communist dress. angelasancartier.net/communist-dress
Gonsalves, Peter (2010). Clothing for Liberation. Sage Pub.
Wilson, Elizabeth (2003). Adorned in Dreams: Fashion and Modernity. Virago Press.
Vassilev, Alexandr (2000). Beauty in Exile. Harry N. Abrams, Inc.
Mahir, İkbal Elif (2005). Fashion and Women in the Istanbul of the Armistice Period 1918-1923. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Boğaziçi Üniversitesi.
Abaza, Mona (2007). Shifting Landscapes of Fashion in Contemporary Egypt. In Fashion Theory. 11(2/3): 281-298.

Birkaç yıldır İstanbul'un yanına yapıştırılmaya çalışılan "Moda merkezi" sıfatı şehir içinde modaya dair yeni düzenlemelerin ortaya çıkmasını da beraberinde getirdi. Bu düzenlemeler arasında son dönemde başlıca üç kentsel yenileme uygulaması dikkati çekiyor: Akaretler'in restorasyonu, Nişantaşı Abdi İpekçi Caddesi'nin yenilenerek dünya modasının başlıca markalarının tek sokakta toplanması ve Galata'da alternatif bir moda alanının yaratılarak Galata Moda diye bir festivale ev sahipliği yapması.

İstanbul'daki moda alanlarının belirlenmesine dair yenilenme hareketini iki yönlü bir süreç, ve modanın farklı iki yüzünün yansıması olarak düşünebiliriz. Bir yanda Nişantaşı-Teşvikiye-Akaretler hattının el yakan ve "acaba içeri girip bir şey devirir miyim, devirsem arabayı satmak gerekir mi?" hissi yaratan lüks mağazalarla dolu "kırmızı halı" caddeleri, diğer yandaysa modayı yakından takip edenler için kilit bir mekan haline gelen Galata'nın arka sokakları var. Bu açıdan İstanbul'daki iki merkezli düzen de aslında modanın asıl merkezi Paris'teki Rive Gauche-Rive Droite (Sol Yaka-Sağ Yaka) ayrımıyla benzerlik taşıyor. Paris'te Sağ Yaka, Louvre Sarayı, Opera ve Champs Elysees bölgesini tanımlar ve Paris aristokrasisinin izlerini yansıtır. Şatafatlı binalar, büyük ve lüks mağazalar bu bölgede sıralanır. Buna karşı Sol Yaka, özellikle 1960-70'lerde Paris bohem kültürünü ve sanatçıları barındırır; bu yakada da moda önemli bir yer teşkil eder ama daha çok tasarımcılara ait küçük butikler bulunur. Paris'teki sol yaka-sağ yaka ayrımı geçmişten beri süregelen çatışmaları anlamak açısından da kullanılır: sağ yaka daha muhafazakar ve eski değerlerine bağlıyken sol yaka nispeten daha devrimcidir, buna karşılık Fransızların burjuva bohem (bobo) diye adlandırdığı paralı-entellektüel ve bir yandan bohem takılmaya çalışan kitleyi de kendine çeker.

İstanbul'da da dediğim gibi benzer bir yönelmeye gidildiğinden bahsedebiliriz. Bir yanda Nişantaşı ve Akaretler hattından oluşan, özellikle sofistike ve büyük markaları bir araya getiren, "yüksek kültür"e dair bir moda anlayışı oluşturuluyor. Nişantaşı zaten geçmişten beri modacıların butikleri ve zengin Abdi İpekçi Caddesi'yle İstanbul'da moda dendiğinde ilk akla gelen merkezlerden biriydi. Akaretler'in restore edilmesi ve buranın lüks markalarla ilişkilendirilmesi sonrasında, Citys'in ve hemen yanına İstanbul Moda Akademisi'nin Nişantaşı'nın tam göbeğine konumlanması bölgenin moda açısından butiklerden öteye geçeceğini hissettirmişti zaten. Şişli Belediyesi'nin geçtiğimiz ay Abdi İpekçi Caddesi'ni yeniden düzenlemesi de bu hikayeye son noktayı koydu; cadde kırmızı halıyla kaplandı ve birkaç yıldır sayıları sürekli artan Louis Vuitton'dan Prada'ya en büyük markaların yan yana sıralandığı bir merkez haline geldi.

Buna karşılık belki Nişantaşı'ndan daha da geçmişe uzanan ve isminin Pera olduğu dönemde bir moda merkezi sayılan (ah şekerim şapkasız çıkmazdık) İstiklal Caddesi de bohem burjuva kültürüyle tekrar yenileniyor. İstiklal Caddesi önce Fransız Sokağı'yla bu bohem yenilenme havasını solumaya başlamıştı, daha sonra Fransız Sokağı'nın yerini Asmalı Mescit aldı (ve Fransız Sokağı unutulmaya yüz tuttu), Asmalı Mescit de kalabalık dolayısıyla Şişhane'ye kaymaya başladı ve bu sırada Galata'nın karanlık arka sokakları değer kazandı. Galata (ve İstiklal Caddesi'nin diğer ucundaki Cihangir de), hem özellikle "genç tasarımcı" diye isimlendirilen modacıların küçük butiklerine ve dünya markalarının bulunabileceği konsept butiklere, hem de Galata Moda'ya ev merkezliği yapıyor. Buradaki kesim, Nişantaşı'na göre daha yerel, daha küçük bütçeli, alternatif ve nispeten bağımsız modayı temsil ediyor; Paris'in sol yakasındaki gibi burjuva bohem kitlesini kendine çekiyor. Galata Moda'nın sokak şenliği havasında çadırlarda yapılması da bu bohemliği bir kez daha kuvvetlendiriyor.
İstanbul'daki moda merkezleri bu şekilde incelendiğinde aslında İstanbul Moda Haftası için İTÜ Taşkışla'nın seçilmesinin ne kadar kritik olduğu da anlaşılıyor; zira üniversite Nişantaşı'yla Galata arası tam orta noktada.
Bütün bunları düşününce insan tüm sürecin nasıl bir planlamadan geçtiğini merak ediyor, acaba Şişli Belediyesi ve Beyoğlu Belediyesi (ve Büyükşehir) yenilemeler sırasında ortaklaşa çalışıp bu konuda fikir alışverişi yapıyor mu? Yoksa bütün bu hareketliliğin altında rekabet mi yatıyor? Her ne olursa olsun görünüşe göre sonuç İstanbul'un moda merkezi haline gelme sürecini hızlandırıyor..

Resimler sırasıyla nileguide.com ve brandroom.blogspot.com'dan.

Arayalım