Yeni sezonda Türkiye'de Moda
Moda la Turca'da!

Blogspot iki saniye içinde yönlendirilecektir. Moda la Turca'ya geçemiyorsanız burayı tıklayın:
http://modalaturca.wordpress.com
ve favorilerinizi güncellemeyi unutmayın!.

Türkiye'de Moda:

Kimlik, Kültür ve Sınıfsal Temsiller

  • Neden bu blog?

    İsmiyle oldukça kapsamlı bir içerik vaadeden bu blog, aslında daha çok Türkiye'deki modaya (özellikle "haute couture", türkçesi "yüksek terzilik" olan ve Simmel'e göre önce elitlere ve bir süre sonra toplumun bütününe hitap eden olguya) dair bugüne dek yapılmış kaynakların bir derlemesini yapmak üzere düşünüldü. Sosyoloji okumaya ilk başladığım yıllardan beri, modayla pek alakam olmasa da ("fashionably sensitive but too cool to care" sloganını benimsemişimdir hep") gerçekleştirmek istediğim bir projenin altyapısı olma amacı taşıyor; Fransa'da bile henüz kolay kabul edilmeyen "moda sosyolojisi" kavramını bir nebze olsun Türkiye'ye aşılamayı hedefliyor. Ve bu arada, belki Türkiye'deki modayla ilgilenen kişiler için de kaynaklara kolay ulaşmak için bir araç olur. Günün birinde iyi bir analiz yapmam dileğiyle... Olur da ulaşmak isterseniz: damla.bayraktar@gmail.com

Bu yılki İstanbul Fashion Week 2010 Yaz etkinliği İTÜ Taşkışla’nın eski ve ihtişamlı binasında 25-28 Ağustos tarihleri arasında oldu ve bu yıl İstanbul’da yapılan her etkinlikte olduğu gibi IFW 2010 da İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti’nin kapsamına alındı. 2005 yılında ilk kez düzenlenen İstanbul Moda Haftası, iki yıldır yılda iki kez ağustos ve şubat aylarında dört günlük bir maratonu kapsıyor. Şubat ayındaki IFW öncesi CNN’e röportaj veren İstanbul Hazırgiyim ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği Başkanı’nın da belirttiği gibi “Türkiye’nin de bir moda kültürü olduğunu sağlamak” ve bunu uluslar arası platforma taşımak amacını taşıyor.

Bu organizasyonu düzenleyen İstanbul Tekstil ve Konfeksiyon İhracatçıları Birlikleri’nin yanı sıra Dış Ticaret Müsteşarlığı, Moda Tasarımcıları Derneği ve İstanbul Moda Akademisi de iş birlikçileri olarak destek verdi; Atıl Kutoğlu, Arzu Kaprol ve Bahar Korçan gibi isimleriyle uzun yıllardır Türkiye’de modayı şekillendiren isimlerin yanı sıra “genç yetenekler” olarak görülen isimler ve birkaç markaya da defilelerde yer verildi.

İşin ciddi kısmını anlattıktan sonra IFW 2010’la ilgili bir yabancının gözlemlerine geçelim…

İstanbul'da moda haftası yapıldığının farkında olmayanların dünyasından epey bir süredir bu hafta için çalışanların dünyasına Vogue’un dağıttığı online davetiyeler sayesinde ben de girme imkanı buldum. İTÜ’nün kapısından içeri girerken etrafımdaki koruma ordusu ve modaya gönül verenlere bu başka dünyaya barış için geldiğimi söyledim. Akademisyen kimliğimi korumaya çalışırken, üzerimdeki hiç de stylish olmayan giysilerle (girdiğim iki günde de tasarımlı aksesuarlarım sadece kendi tasarladığım telkarilerdi), belki birazcık da ortama ayıp ederek, Türk moda dünyasının belli bir ortamının bir araya geldiği avluda kendime yer bulmaya çalıştım. Benim gibi ilk kez gidenler için not: dikkat çekmemek istiyorsanız, daha doğrusu iyi anlamda dikkat çekmek istiyorsanız son dönem modasını takip edip, bunların arasından kendinize uyanları seçip en az birkaç parçayı taşımak şart.

Peki IFW’ye kimler katıldı? Zira İstanbul Moda Haftası halka açık değil ve içeri girmek için davetiye şart; benim gibi Vogue’da şansını arayanlar dışında içeriye girebilenler bir şekilde moda dünyasıyla ilişkili kişilerdi. Anladığım kadarıyla başta moda hiyerarşisinin en üst noktasında yer alan modacılar ve moda dergisi editörleri bulunuyordu; onlardan sonra backstage’e girebilenler (insanın tuvalette kendini hobbit zannetmesine neden olan) mankenler, stylistler, makyözler; tahminen hazırgiyim, tekstil ve konfeksiyon alanında meslek sahipleri (ki bu insanları fark edemedim ben), bu işi profesyonel olarak yapan fotoğrafçılar, yine moda dergisi çalışanları, organizatörler, markalar ve markalarda çalışanlarla en son da genel basın ve bloggerlar yer alıyordu (gözlemlerim eksik kalabilir, bana bu konuda mail atıp destek verecek olanlara şimdiden teşekkürler).

Simay Bülbül defilesinden - 26.08.2010

Moda endüstrisinin kendi bünyesinde kurulan piramit dışında moda fotoğrafçısı arkadaşımdan öğrendiğim modanın özüne dair bir hiyerarşi daha vardı; bunu da “tarz hiyerarşisi/style hierarchy” olarak adlandırabiliriz. Onun dört basamaklı hiyerarşisi aslında Bourdieu’nün habitus kavramıyla da oldukça ilişkili. Bourdieu, habitus kavramıyla zihnin belli algı şemalarına, duyarlılıklara, eğilimlere ve zevklere maruz kaldığını söyler. Bunlar bizim çocukluğumuzdan beri sosyal yapılar dolayısıyla içinde yaşadığımız kavramlardır ve onları kişisel öznelliğimizle birleştirmemiz sonucunda kimliğimiz oluşur. Tarz hiyerarşisi basamaklarında yükselmek için de belli bir sosyal/kültürel ve tabi ki ekonomik sermayeye sahip olmak ve bunu bir şekilde kendi içinde sindirmiş olmak gerekiyor. Bu açıdan IFW’de de trendsetter (trend belirleyici) olarak adlandırılanlar hiyerarşinin en tepesinde yer alıyordu, biraz uçuk kaçık giyinen bu grup ileride moda olacak tarzları da önceden yakalayabildikleri için herkesin dikkatini çekiyordu. Bu gruptan sonra ikinci sırada gündelik hayatında belli bir stil sahibi olup o giysilerini kullanan casual stylishler (gündelik, tarzı olanlar) vardı. Bundan sonraki iki basamak birbirinin zıddı iki gruptan oluşuyor: modaya uygun giyinmeye çalışmayıp casual (gündelik) giyinenler ve çok moda giyinmeye çalışıp üstüne oturtamayan parvenu (veya bizim anladığımız anlamda sonradan görme) yani yeni gelenler.

Bu grupların oluşmasında ekonomik sermaye tek önemli faktör değil. Örneğin parvenu'ler üzerlerinde taşıdıkları giysiler için epey bir para dökmüş olabilir ama başlı başına kendi dünyası olan modanın içine kendilerini ve giysilerini oturtamadıkları sürece yeni gelenler olarak kalmaya devam edecekler. Buna karşılık para yine de önemli bir faktör. Zira kabul görebilmek için önceki sezonun indirime girmiş giysilerini kullanmak mümkün değil (ancak vintage olduklarında eskiler kullanılabiyor); ya el yakan paralar vererek yeni birşeyler almak gerekiyor veya ortamdaki kimsede olmayacağından emin olduğunuz giysi ve aksesuarları -büyük ihtimalle yurtdışından- edinmek gerekiyor. Trendsetter olabilmekse herkese nasip olacak bir durum değil çünkü hem popüler hem de alternatif kültüre hakim olmak hatta onun içine bir süredir dahil olmak ve bu dünyanın içinde tanınır olmak lazım.

İstanbul Moda Haftası’yla ilgili dikkat ettiğim bir diğer nokta, henüz çok yeni olmasının etkilerini üzerinde taşımasıydı. Evet, belki bugüne kadar herhangi bir moda haftasına katılmış olmayabilirim ama stilist annemin zamanında Düseldorf Fuarlarına dair anlattıklarını ben IFW 2010’da hissedemedim; defilelere katılım konusunda çok fazla heyecan yoktu, Türk modasının “baba/anne” isimlerinin daha fazla yer alacağını düşünüyordum ama sınırlı kalmıştı, on dakika süren defileler arası iki saatlik uzun bekleyişler vardı, defileler sonrasında internetteki yorumlar çoğunlukla olumlu değildi ve standlarda modacılardansa markalar yer alıyordu.

Moda Haftası, “Türkiye gibi bir tekstil ülkesi” için aslında çok önemli bir yer teşkil ediyor ama hem organizasyon hem de PR konularında henüz bebek adımları atılıyor; uluslar arası platformda tanınırlık kazanılması istenen IFW, henüz hedeflemesi gereken orta-üst sınıflar tarafından bile gerektiği gibi tanınmıyor. Aslında bu açıdan bakıldığında PR’cılar için kilit nokta olan genel basınla ne kadar ilgilenildiği tartışılabilir. Ayrıca geçen şubatta Meg Ryan’ı çağırarak etkinliği daha popülarize etmeye çalışan organizasyonun Türkiye içinde tanınmış ünlü kişileri defilelerin ön sıralarına yerleştirmesi daha anlamlı görünüyor.

Ama bu ukala ve belki de bir kısmı haksız eleştirilerime karşılık, bu dünyaya yabancı bile olsam IFW’nin Türk modası endüstrisinin gelişiminde çok önemli bir rolü olduğunu açıkça görebildim. Defilelerden birini beklerken tanışma fırsatı bulduğum Avustralyalı profesyonel makyöz/bodypainter olan Georgina de bu fikrimi destekleyen sözler söyledi. Dört yıldır şans eseri İstanbul’da yaşayan Georgina, bu son dört yılda pek çok aşama kat edildiğini düşünüyor ve en azından bu meseleyle ilgilenen çevrelerde tekstil anlayışından moda anlayışına doğru bir geçiş olduğunu anlatıyor. “Genç tasarımcılar” diye adlandırılan kesime daha çok önem verilmesi ve internet sayesinde modanın kitlelere ulaşmasını sağlayan bloggerların bu tarz etkinliklere davet edilmesi de bence bunların birer sonucu.

Altı aydan fazla bir süredir devam ettirdiğim bu blogda Türkiye’de modaya dair en çok göze çarpan konu da böyle bir değişimin gerçekleşiyor olması. Bu yazımı bitirirken, araştırmamın bundan sonraki gidişatını da buradan çıkan bir soruyla ortaya koymak istiyorum. Geçmişten beri dikiş nakışa fazlasıyla ilgili olan, Osmanlı’dan beri kadınların gündelik ve profesyonel hayata katılmasında başlıca rolü olan ama geri planda kalan, 1990'larda ülkenin tekstil patlaması yaşamasıyla birlikte tekrar keşfedilen moda (altını çiziyorum tekstil değil, moda) nasıl oldu da bu son yıllarda birden daha fazla önem kazandı ve uluslar arası açıdan moda merkezi olmak gibi bir iddia ortaya çıktı? Bundan sonraki postlarımda özellikle bu soruyu cevaplamak için çalışacağım.

Türkiye'de moda eğitimi

Posted by little drop of poison On

Olgunlaşma Enstitüleri ve biçki dikiş kurslarıyla başlayan Türkiye'nin moda serüveni bugün sayıları gün geçtikçe artan özel moda akademileri ve okullarının da ortaya çıkışıyla belli bir noktaya gelmiş gibi görünüyor. Bu yazımızda moda ve tekstil konusunda eğitimli kişilere olan talep ve bu kişilerin iş piyasasında istediklerini bulup bulmamaları meselesini kenara koyarak, moda eğitimi veren eğitim kurumlarından bahsedeceğiz.

Gün geçtikçe artan sayılarıyla "genç Türk modacıları jenerasyonu" ve gerek ülke içinde gerek yurtdışında başarılı ve takdir gören çalışmalara imza atıyor. Bu yeni kuşak modacıların ayakları yere sağlam basar şekilde ortaya çıkmasında bilginin hızlı yayılmasını sağlayan internet ve sosyal medyanın rolü tartışılmaz; ancak farklı kurumlarda edindikleri eğitimler de onların arkasındaki başlıca dayanak olarak yerlerini alıyor. Moda dünyasına giren herkes kendi tasarımlarını podyumlarda görmek açısından aynı şanslara sahip değil. Ama elit yaşam biçimiyle ilişkilendirilen bu olgunun haute couture'den hazır giyime farklı alanlarında yer almak için her yıl binlerce genç farklı aşamalardaki eğitim kurumlarının kapısını çalıyor.
Genel başlık olan "Moda"yı alt başlıklarına indirgediğimiz zaman farklı meslek kolları ortaya çıkıyor. Bunlar arasında Moda Tasarım Teknisyenliği, Modelistlik, Desinatörlük, Grafikerlik, Stilistlik, Tekstil Tasarım Teknisyenliği gibi başlıklar var. Modaya dair eğitimin alınabileceği ilk eğitim kurumu olan liseler; yani Kız meslek, meslek liseleri, Anadolu meslek ve Anadolu kız meslek liseleri bu yolda geçilen ilk etap. Liselerde moda ve tekstile dair verilen eğitimler (modelistlik, makinecilik, terzilik gibi) özellikle pratik bilgilere dayanıyor.
Meslek liselerinden sonra, lise veya meslek lisesi eğitimini bitirmiş öğrencilerin gidebileceği eğitim kurumu da tabi ki Kız Teknik Öğretim Olgunlaşma Enstitüleri. İlk kez 1945 yılında açılan ve 11 ilde 12 enstitü ile çalışan Olgunlaşma Enstitüleri Cumhuriyet'in ilk yıllarından beri First Lady'leri ve protokoldeki önemli kişilerin eşlerini giydirmesiyle nam saldı. Öğrencilerin "Türk giyim ve el sanatları konusunda bilgi ve becerilerini geliştirmelerine imkan sağlama" amacıyla kurulan enstitüler Yümniye Akbulut'un "Şıklığın Resmi Tarihi" kitabında anlattığı gibi Türkiye'de modanın bir dönemini etkiledi, düzenlediği defilelerle pek çok kadının konuştuğu konulardan biri, sadece ülke içinde değil aynı zamanda yurtdışında da tanınır hale geldi.
Günümüzde Olgunlaştırma Enstitüleri dışında meslek yüksekokulları ve üniversiteler de moda ve tekstil alanında açtıkları bölümlerle bu alanda ilerlemek isteyenlere imkan sağlıyor. Meslek liselerinin "Tekstil konfeksiyon" bölümünden mezun olanlar bu alanlardaki meslek yüksekokullarına sınavsız devam edebiliyor. Yüksekokullarda eğitim bir tekstil ülkesi olan Türkiye'nin bu alandaki eleman ihtiyacını karşılayacak şekilde, özellikle konfeksiyon ve hazır giyim alanında eğitimlerini yoğunlaştırıyor; ancak bu durum haute couture alanında çalışmaların eksik kaldığı anlamına gelmiyor.

Ege Üniversitesi Bergama Meslek Yüksekokulu öğrencilerinin çalışmalarından



Ege Üniversitesi Bergama Meslek Yüksekokulu 13 programından biri olan Tekstil Programı Öğretim Görevlisi Gülseren Özel, öğrencilerin özellikle konfeksiyon alanında yönlendirildiğini ve haute couture hakkında teorik bilgiler verildiğini belirtiyor; üniversitelerin güzel sanatlar bölümlerine girmek isteyen öğrencilerse tasarım ve temel sanat eğitimleri alabiliyor, ancak öğrenciler çoğunlukla tekstil firmalarında teknik eleman olarak çalışıyor. Geleneksel giyimin güncel tasarımlarda yer alması gerektiğini düşünen Gülseren Özel, bu alanda akademik çalışmalar gerçekleştirdiğini (Kültür Bakanlığı İzni ile Bergama Müzesi Etnografya Bölümünde Geleneksel Giysilerin İncelenmesi ve Bindallı araştırmaları gibi) ve öğrencilerine günümüz modasının geleneksel giyimle bağlantısını harmanlayarak verdiğini anlatıyor.
Moda alanında kariyer yapmak isteyen ve ÖSS'de başarılı olanlar farklı üniversitelerdeki Tekstil ve Moda Tasarımı bölümünde eğitim alarak bir üst seviyeye geçebiliyor. Bu üniversiteler arasında Marmara, Mimar Sinan, İzmir 9 Eylül, Yeditepe, Akdeniz, Çanakkale 18 Mart, İTÜ, Kahramanmaraş Sütçü İmam, Mersin, Süleyman Demirel, Yüzüncü Yıl, Atılım, Beykent, Haliç, İstanbul Ticaret, Okan, Işık ve İzmir Ekonomi Üniversitesi bulunuyor.
İzmir Ekonomi Üniversitesi Moda Tasarımı Bölümü Başkanı Yard. Doç. Dr. Şölen Kipöz, bölümün "sektörü yenilemeyi ve tasarım anlayışı ile ilgili bazı şeyleri değiştirmeyi hedefleyerek" yola çıktığını ancak "çevresel koşullar ve özellikle Türkiye'de modanın dönen çarkının işleyişi ile ilgili sapmalar ve 2006 krisi sonrası" beklediği hedefleri henüz yakalayamadığını söylüyor. Ancak iki yıldır mezunların geri dönüşleri ve kamuoyuna yansıyan imajlarının hedefe yaklaşıldığını gösterdiğini belirtiyor. Kipöz Moda Tasarımı Bölümü'nde verilen eğitimi şu şekilde tanımlıyor: "Moda tasarımı eğitimi farklı pazar düzeyleri ve farklı sektörleri içine alıyor. Öğrenciler hazır giyim endüstrisinde uygulanan teknolojik gelişmeler kadar, el becerilerini geliştirebilecekleri yüksek terzilik deneyimini yaşıyorlar. Özellikle İzmir odaklı bir endüstri olan Gelinlik ve Abiye sektörüne yönelik gelişitirlen projelerle haute couture deneyimi geliştiriliyor. Mezuniyet koleksiyonlarında ise öğrenci hangi sektöre yönelik çalışacağı konusunda tamamen serbest bırakılıyor."


İzmir Ekonomi Üniversitesi Moda Tasarımı Bölümü 2009 Mezuniyet Kataloğu'ndan Canseli Özhelvacı'nın "Hücre Yapı" çalışması


Bir dönem Moda Sosyolojisi alanında da eğitim veren kurum, bu dersi Moda Teorisi olarak değiştirmiş ve Bologna süreciyle birlikte bu yıl Moda Kritiği ve Tasarım Anlatıları diye iki ders eklemiş. Moda Teorisi dersiyle öğrencilerin kavramsal metinler üzerinden sosyal psikoloji, felsefe, tarih, popüler kültür, kültürel çalışmalar, tüketim ve semiyoloji konularına yönelik eleştirel bir bakış açısı geliştirmesi, modanın temel kavramları, moda akımları ve moda sosyal deneyimi, popüler kültür ikonları gibi konularda bilgi edinmesini hedefliyor (bu dersi blog sahibinin de alması çok mantıklı görünüyor). Kipöz, üniversiteden mezun olan öğrencilerin moda evleri, hazır giyim endüstrisinin farklı birimlerinde ar-ge bölümlerinde, kendi tasarım markalarıyla veya tasarım markalarının pazarlama, iletişim gibi çeşitli alanlarında, veya yurtdışı eğitimi sonrası yabancı tasarım ofislerinde çalışabildiğini belirtiyor.
Bu bahsettiğimiz eğitim kurumları dışında Avrupa Birliği, Dış Ticaret Müsteşarlığı ve İstanbul Tekstil ve Konfeksiyon İhracatçı Birlikleri (İTKİB) tarafından finanse edilen İstanbul Moda Akademisi, Kariyer Eğitim Kurumları, La Salle Akademy gibi özel kurumlar da verdikleri eğitim programlarıyla moda ve tekstil konusuna ilgili pek çok kişiye bu konuda eğitim sağlıyor ve Türkiye'de moda kültürünün gelişmesine aracılık ediyor.

"Türk giyim kuşam adetleri yüzyıllar boyunca Orta Asya’dan Anadolu’ya taşınmış zengin bir çeşitliliğe sahiptir. Göçebe yaşam şartlarına uygun rahat ve sıcak tutan pantolon ve önden kuşakla kapatılan kaftanlar ve aksesuarları o dönemlerden Osmanlı giyim-kuşamına kadar taşınmıştır.
"Askeri ve devlet töreni giysilerinin dışında, Osmanlı sarayında ve halk tarafından önem verilerek giyilen evlilik töreni geleneksel giysileri, görsel ve folklorik açıdan hazine niteliğindedir. 19. yüzyılın ortalarında, özellikle geleneksel gelin kıyafetlerinin kumaş, desen ve formlarında başlayan değişim saray çevresinden halka doğru yayılmıştır. Bindallı, bu değişim sürecinin içinde oluşmuş bir geleneksel Türk giysisidir. Günümüze kadar daha çok gelinlik olarak giyilmiş, ağırlıklı kadife kumaştan, sim sarma işleme tekniğiyle süslenmiş olan bindallılar, çok değişik formlarda karşımıza çıkar. Üç etek, iki etek, tek parça elbise, şalvarlı takım formları, salta adı verilen kısa yada dize kadar uzanan bir ceketle giyilebilmektedir. İşlemelerinde düzenli, düzensiz çiçek demetlerinin, fiyonk ve kıvrımlı dal motiflerinin kullanılması bindallı olarak tanımlanmalarında önemli bir faktör olmuştur.
"Bildiride amaçlanan, Bergama yöresinde gelinlik olarak kullanılmış olan Bindallı giysisinin, Türk kültürü ve geleneği içindeki yerini saptamaktır. Örnekler, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın 21/03/2008 tarih ve B.16.1.DÖS.0.05.00.00/3288 sayılı izni ile Bergama Arkeoloji Müzesi’nde devam etmekte olan araştırmadan alınmıştır."

"Bergama Müzesi'nde bulunan bindallı (harbalı) geleneksel giysilerin Türk kültürü içinde değerlendirmesi", Öğr. Gör. Gülseren Özel (Ege Üniversitesi, Bergama MYO, Tekstil Teknolojisi Programı), Öğr. Gör. Neslihan Yaşar (Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, Tekstil ve Moda Tasarımı Bölümü)

Arayalım